Otomotiv dünyası elektrikli dönüşüme hızla ilerlerken, BMW'dan gelen bir açıklama ezberleri bozdu. Alman devinin, milyarlarca dolar yatırım yaptığı yeni nesil elektrikli araç platformu 'Neue Klasse'ya rağmen, içten yanmalı motorlardan (ICE) vazgeçmeyeceği belirtildi. Bu strateji, otomobil üreticilerinin tamamen elektrikli olma hedeflerini yeniden değerlendirdiği bir döneme denk geliyor.
BMW AG Müşteri, Markalar ve Satış Yönetim Kurulu Üyesi Jochen Goller, Autocar India'ya verdiği demeçte oldukça iddialı konuştu:
“ICE ve içten yanmalı motorlar asla ortadan kalkmayacak. Asla.”
Bu açıklama, BMW'nin küresel pazarlardaki farklı müşteri ihtiyaçlarına ve altyapı yetersizliklerine yönelik pragmatik bir yaklaşım sergilediğinin açık bir göstergesi.
Benzer bir şekilde, Mercedes-AMG de yüksek performanslı tamamen elektrikli iki kapılı bir coupe geliştirme konusunda ticari sürdürülebilirlik ikilemiyle karşı karşıya. Marka patronu Michael Scheibe, bu durumu "Duygusal bir tartışma ve rasyonel bir tartışma var. Duygusal olarak, evet, bunu yapmalıyız. Ancak soru şu ki, gerekli yatırımı haklı çıkaracak kadar büyük bir pazar var mı?" sözleriyle özetleyerek, otomotiv devlerinin elektrikli dönüşümdeki gerçekçi pazar değerlendirmelerini ortaya koyuyor.
'Neue Klasse' Yatırımları ve Çelişkili Görünüm
BMW'nin 'Neue Klasse' adını verdiği tamamen yeni elektrikli platformuna milyarlarca dolar yatırım yapması ve bu platformun gelecekteki birçok elektrikli modeline temel oluşturacak olması, Goller'in bu radikal çıkışıyla ilk bakışta çelişiyor gibi görünebilir. Özellikle Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde elektrikli araç satışlarında kayda değer başarılar elde eden bir marka için bu durum daha da şaşırtıcı. Ancak BMW'nin bu kararı, küresel pazarın farklı dinamiklerini ve elektrikli araç adaptasyon hızındaki bölgesel farklılıkları dikkate alıyor.
Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri'nde elektrikli araç (EV) pazarını yıllardır şekillendiren federal vergi kredisinin 30 Eylül'de beklenenden çok daha önce sona ermesi, piyasada büyük bir belirsizlik yaratmış durumda. Bu ani duruş, yeni veya ikinci el bir elektrikli araç alma fırsatının binlerce dolarlık indirimlerle son bulması anlamına geliyor ve pazarın mevcut büyümesinin politik destekle ne kadar ayakta durduğunu gözler önüne seriyor. Bu durumun etkisiyle, S&P Global Mobility'nin Temmuz ayı verilerine göre BMW'nun ABD elektrikli araç kayıtlarında %37'lik bir düşüş yaşayarak 3.432 adette kalması, markanın küresel stratejisinin ne kadar yerinde olduğunu gösteren önemli bir veri. Benzer şekilde Mercedes-Benz de %29'luk bir düşüşle 1.955 adetle gerileme göstermiştir. Öte yandan, elektrikli otomobil devi Tesla da Avrupa pazarında önemli satış düşüşleriyle karşı karşıya kalmasına rağmen Almanya'daki Giga Berlin fabrikasında üretim kapasitesini artırma kararı almıştır. Şirket yetkilileri bu hamleyi "çok iyi satış rakamları" ile açıklasa da, Avrupa Otomobil Üreticileri Birliği (ACEA) verilerine göre 2024 yılının ilk yedi ayında Avrupa Birliği'ndeki Tesla tescilleri bir önceki yıla göre %43,5 düşüşle 77.446 adede gerilemiş, Almanya'da ise bu oran %57,8'e ulaşmıştır. Tesla'nın Avrupa'daki üretim artışı ve düşen satış rakamları arasındaki bu paradoksu daha detaylı incelemek için buraya tıklayabilirsiniz. ABD elektrikli araç vergi kredilerinin sona ermesi ve pazar üzerindeki etkileri hakkında daha fazla bilgi edinmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Neden Tamamen Elektriğe Geçilmiyor?
Elektrikli araçların (EV) benimsenmesi, Hindistan, Orta Doğu ve Doğu Avrupa'nın bazı bölgeleri gibi gelişmekte olan pazarlarda istenen seviyelerin çok altında seyrediyor. Bu bölgelerde yüksek satın alma maliyetleri, şarj altyapısının yetersizliği ve menzil endişesi gibi faktörler, tüketicileri içten yanmalı motorlu araçlara yönlendirmeye devam ediyor. BMW, bu pazarlarda kârlılığını sürdürebilmek adına tek yönlü bir stratejinin riskli olduğunu düşünüyor.
Bu karmaşık geçiş sürecinde, şarj edilebilir hibrit araçların (PHEV) çevresel faydalarının resmi iddialardan çok daha uzak olabileceğine dair veriler de ortaya çıkıyor. Avrupa Çevre Ajansı (EEA) raporlarına göre, PHEV'lerin gerçek dünya CO2 emisyonları, üreticilerin açıkladığı resmi rakamların beş katına kadar çıkabiliyor. Örneğin, 2023 yılında kaydedilen PHEV'lerin resmi WLTP testlerine göre 28 g CO2/km emisyon salması beklenirken, gerçek dünya koşullarında ortalama 139 g CO2/km saldığı tespit edildi. Bu durum, hibrit teknolojisinin çevresel etkileri üzerine tartışmaları beraberinde getirirken, tam elektrifikasyona geçişin önündeki düşünsel engelleri de çoğaltıyor.
Üç Ayrı Platformlu Gelecek Stratejisi
BMW, bu küresel farklılıklara yanıt olarak çeşitlendirilmiş bir aktarma organı portföyü benimseyecek. Marka, Neue Klasse EV platformunun yanı sıra, giriş seviyesi araçlara özel, yalnızca içten yanmalı motorlara sahip yeni bir platform geliştirecek. Üçüncü bir platform ise daha büyük SUV ve sedan modellerine ev sahipliği yapacak ve aynı modelin farklı pazarlarda tamamen elektrikli, şarj edilebilir hibrit (PHEV) ve geleneksel içten yanmalı motor seçenekleriyle sunulmasına olanak tanıyacak.
2030 Hedefleri ve AB'nin 2035 Yasağına Bakış
BMW, 2030 yılına kadar yıllık satışlarının yarısının elektrikli araçlardan geleceğini taahhüt ediyor. Bu hedef bile, önümüzdeki on yılda içten yanmalı motorların (bir şekilde de olsa) BMW ürün gamında yer almaya devam edeceğini gösteriyor. Avrupa Birliği'nin 2035'ten itibaren emisyonlu yeni otomobil satışlarını yasaklama taahhüdüne rağmen, bu konuda hala bazı esneklikler bulunuyor. Bazı raporlar, AB'nin 2035 sonrası şarj edilebilir hibrit ve menzil uzatmalı elektrikli araç satışlarına izin verebileceğini öne sürüyor. Bu durum, otomobil üreticilerine tüketicilerin taleplerine uyum sağlamak için ek zaman tanırken, şarj altyapısının genişlemesi için de fırsat sunuyor. Ancak bu esnekliğin çevresel maliyeti ne olacak, sorusu akıllardaki yerini koruyor.
Tüm bu developments ortasında, Avrupa Birliği'nin Şarj Edilebilir Hibrit Araçlar (PHEV) için emisyon test metodolojilerini sıkılaştırma ve "Utility Factor" katsayısını gerçeğe daha yakın hale getirme girişimleri, otomotiv sektörünün direncini de beraberinde getiriyor. Avrupa Otomobil Üreticileri Birliği (ACEA) Başkanı ve Mercedes-Benz CEO'su Ola Källenius gibi önemli isimler, bu değişikliklere karşı çıkarak AB'ye lobi faaliyetlerinde bulunmuş, hatta 2035 karbon hedeflerinin "uygulanabilir olmadığını" belirtmişlerdir. Bazı Avrupalı devlerin, başlangıçtaki tamamen elektrikli araç hedeflerinden geri adım atarak hibrit modellere yönelmesi ve Stellantis gibi firmaların AB'nin 2035 emisyon hedeflerini "gerçek dışı" olarak nitelendirmesi de bu karmaşık tabloya ekleniyor. Bu zorlu sürecin bir yansıması olarak, ABD'de Tesla'nın elektrikli araç pazar payının 2017'den bu yana en düşük seviyesi olan %38'e gerilemesi, General Motors'un lüks elektrikli modellerinin üretimini geçici olarak durdurması ve Porsche'nin EV batarya hücresi üretim planlarını askıya alması gibi gelişmeler, batılı otomotiv devlerinin de benzer zorluklarla karşılaştığını gösteriyor. Özellikle Avrupa'da, Tesla'nın satışlardaki düşüşe rağmen Giga Berlin'de üretim artırma kararı alması, şirketin uzun vadeli bir stratejiyle geleceğe yatırım yapma çabası olarak yorumlanırken, aynı zamanda pazarın mevcut zorluklarına rağmen risk aldığına işaret ediyor. Bu durum, özellikle BYD gibi Çinli elektrikli araç üreticilerinin Avrupa'da hızla pazar payı kazanması ve Tesla'yı geride bırakarak satış liderliğini ele geçirmesi gibi gelişmelerle birlikte, sektördeki rekabetin ne denli arttığını gözler önüne seriyor. Volkswagen'in elektrikli Golf modelinin piyasaya sürülme tarihini bütçe kısıtlamaları nedeniyle yaklaşık dokuz ay erteleme kararı da bu durumu pekiştiriyor. Yüksek satın alma fiyatları, uzun kredi süreleri, ikinci el değer kaybı, benzinli rakiplerine kıyasla ortalama %49 daha yüksek sigorta primleri ve %22 daha pahalı onarım giderleri gibi faktörler de EV benimsenmesini yavaşlatırken, küresel EV batarya üretim kapasitesinin tahmini talebin çok üzerinde kalmasıyla ortaya çıkan devasa arz fazlası, sektördeki belirsizliği artırıyor.
Sonuç olarak, BMW'nin stratejisi, küresel otomotiv sektöründeki karmaşık geçiş döneminde bir denge arayışını temsil ediyor. Tek bir teknolojiye bağlı kalmak yerine, pazar koşullarına ve tüketici tercihlerine göre esneklik sunan 'çeşitlilik' odaklı yaklaşım, markanın önümüzdeki yıllardaki yol haritasını şekillendirecek gibi görünüyor.
Bu karmaşık tablonun bir diğer önemli boyutu ise Çinli markaların küresel sahnedeki hızla yükselişi. Escalent tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Avrupa'da potansiyel alıcıların %47'si bir Çinli otomobili değerlendirirken, Amerikan bir otomobili değerlendirenlerin oranı %44'e gerilemiş durumda. Özellikle Çinli elektrikli araç devi BYD'nin Avrupa pazarında agresif bir büyüme hedefiyle ilerleyerek Macaristan'da üretim planlarını duyurması ve hatta kıta genelinde Tesla'yı geride bırakarak satış liderliğini ele geçirmesi, Çin'den gelen ürünlere duyulan güvenin artması ve BYD gibi lider firmaların 'Flash' şarj sistemiyle 1.000 kilovatlık megawatt hızlı şarj teknolojisini piyasaya sürmeye hazırlanması, sektördeki rekabet dengelerini temelden değiştiriyor. BYD'nin sadece beş dakikada 400 kilometre menzil ekleyebilen araçları ve 2026'ya kadar Avrupa'da yüzlerce megawatt şarj istasyonu kurma hedefi, Batılı üreticiler üzerindeki baskıyı artırıyor ve BMW'nun çoklu platform stratejisinin arkasındaki küresel rekabet faktörünü daha da belirginleştiriyor.
Otomotiv devlerinin elektrikli dönüşümdeki benzer ikilemlerini ve Mercedes-AMG'nin bu konudaki stratejisini daha yakından incelemek için Mercedes-AMG Elektrikli Coupe İkilemi başlıklı haberimize göz atabilirsiniz.
Habere kaynaklık eden detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.