Amerika Birleşik Devletleri otomotiv sektörü, son yılların en karmaşık ve çelişkili dönemlerinden birini yaşıyor. Bir yanda, elektrikli araçlara (EV) yönelik federal teşviklerin sona ermesi ve yeni gümrük vergilerinin getirdiği baskı, diğer yanda ise bu durumu fırsat bilen bazı dev üreticilerin yeniden benzinli motorlara yönelmesi... Peki, bu kısa vadeli bir geri adım mı, yoksa sektörün geleceğini şekillendirecek kalıcı bir rota değişikliği mi?
Detroit'in 'Benzin Canavarları' Geri Dönüyor mu?
Trump yönetiminin elektrikli araçlara yönelik düzenleyici kredileri sonlandırma hamlesi, özellikle Detroit'in "Büyük Üçlüsü" (General Motors, Ford ve Stellantis) için oyunun kurallarını değiştiriyor. Tesla gibi markalar için milyarlarca dolarlık bir gelir kapısı olan bu krediler, diğer üreticilerin emisyon hedeflerine uymadıklarında cezalardan kaçınmalarını sağlıyordu. Programın sona ermesi, büyük ve kârlı İçten Yanmalı Motorlu (ICE) araçların üretimini yeniden cazip hale getiriyor.
Büyük kamyonetler ve SUV'ler, Amerikalı üreticiler için hala en kârlı segmenti oluşturuyor. Elektrikli araçlar ise henüz bu kârlılık seviyesine ulaşabilmiş değil. Maine merkezli Lee Auto Malls'un başkanı Adam Lee, durumu şöyle özetliyor:
"Amerikalılar devasa araçlar satın almayı seviyor. Üreticiler de ne kadar çok devasa SUV üretebileceklerini görmeye çalışacaklar, çünkü bunlardan çok satıyor ve çok para kazanıyorlar."
Ancak Lee, bu stratejinin uzun vadede başarısız olabileceğinden endişeli. Ona göre, eğer Detroit bu yolda devam ederse, "kendimizi yakıt verimli araçları ve EV'leri benimsemeyen dünyadaki tek ülke olarak bulabiliriz." Nitekim, General Motors batarya fabrikalarına devasa yatırımlar yapmaya devam ederken, Ford da yeni bir EV modelini "Model T anı" olarak nitelendirerek piyasaya sürmeye hazırlanıyor. Bu durum, benzinli motorlara dönüşün geçici bir manevra olabileceğini gösteriyor.
Honda, Elektrikli Araç Stratejisinin Bedelini Ağır Ödüyor
Sektördeki bu türbülansın en somut örneklerinden biri Honda. Japon devi, genel kârının geçen yıla göre %50 oranında düştüğünü açıkladı. Bu düşüşün arkasında iki temel neden yatıyor: ABD'nin ithal ürünlere uyguladığı gümrük vergileri ve markanın "EV'deki yanlış adımları".
Honda'nın kârını eriten en büyük faktörlerden biri, mevcut EV modellerini satabilmek için sunduğu cömert teşvikler oldu. Şirketin bu hamlesi, elektrikli araç geçişinin ne kadar maliyetli olabildiğini gözler önüne seriyor.
Şaşırtıcı Teşvik Rakamları
Yapılan analizlere göre Honda, sattığı her bir araç için ortalama olarak şu teşvikleri uyguladı:
- Honda Prologue: Araç başına 12.000 dolardan fazla
- Acura ZDX: Araç başına yaklaşık 21.000 dolar
Bu yüksek teşvikler ve yeni "0 Serisi" modelleri için yapılan Ar-Ge harcamaları, Honda'nın bilançosunda yaklaşık 780 milyon dolarlık bir olumsuz etki yarattı.
Zıt Köşe: İkinci El EV Pazarında Patlama Yaşanıyor
Sıfır EV pazarında sular durulmazken, ikinci el pazarında tam tersi bir hareketlilik gözlemleniyor. EV'lerin sıfır kilometre fiyatlarındaki hızlı değer kaybı, yeni alıcılar için kötü haber olsa da, ikinci el bir EV arayan tüketiciler için büyük bir fırsat yaratıyor.
Bu trendi en net gösteren veriler, ABD'nin en büyük online ikinci el araç platformlarından Carvana'dan geldi. Şirket, sattığı elektrikli ve şarj edilebilir hibrit (PHEV) araçların toplam satışlar içindeki payının rekor bir artışla %2'den %9'a yükseldiğini duyurdu.
İkinci Elde Popüler Tercihler
- En Popüler EV'ler: Tesla Model 3 ve Model Y liderliğini sürdürüyor.
- En Popüler PHEV: Jeep Wrangler 4xe, tüketicilerin gözdesi konumunda.
Carvana Strateji Başkan Yardımcısı Christina Keiser, "Özellikle elektrikli SUV seçeneklerinin artması, en çok aranan gövde tiplerinden birinde alıcılara daha fazla çeşitlilik sunarak bu büyümeyi tetikledi" dedi.
Sonuç olarak, ABD otomotiv pazarı kritik bir yol ayrımında duruyor. Siyasi ve regülatif rüzgarlar kısa vadede benzinli araçların yelkenlerini dolduruyor gibi görünse de, tüketicilerin verimlilik arayışı, küresel elektrifikasyon trendi ve özellikle ikinci el pazarındaki canlılık, elektrikli geleceğin kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor. Üreticilerin bu ikilem arasında nasıl bir denge kuracağı, sektörün önümüzdeki on yılını şekillendirecek.