Venedik Film Festivali'nden Çarpıcı Mesajlar: Rusya'nın 'İsteyerek Körlüğü' ve Savaşların Yankısı

Haber Merkezi

31 August 2025, 12:42 tarihinde yayınlandı

Venedik Film Festivali'nden Çarpıcı Mesajlar: Rusya'nın 'İsteyerek Körlüğü' ve Savaşların Yankısı

Dünyanın en prestijli sinema etkinliklerinden biri olan Venedik Film Festivali'nin bağımsız bölümü Venedik Günleri (Venice Days), bu yıl sadece sanatsal değeriyle değil, taşıdığı politik ve toplumsal mesajlarla da dikkatleri üzerine çekiyor. Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik geniş çaplı işgalinin üzerinden üç yıldan fazla bir süre geçmişken, festivalde gösterime giren iki film, Kremlin'in onlarca yıl önceki Çeçenistan Savaşları'na uzanarak günümüzdeki olaylarla tüyler ürpertici paralellikler kuruyor.

Charlie Kaufman'dan Venedik'e Dönüş: "How to Shoot a Ghost"

Bu yılki 82. Venedik Film Festivali, politik ve toplumsal mesajların yanı sıra, sinema dünyasının en özgün ve düşündürücü isimlerinden Oscar ödüllü yönetmen Charlie Kaufman'ın yeni kısa filmi “How to Shoot a Ghost” ile de dikkatleri üzerine çekiyor. Uzun süredir merakla beklenen bu projenin ilk fragmanı nihayet izleyiciyle buluşurken, film 1 Eylül’de festivalde yarışma dışı özel bir gösterimle dünya prömiyerini yapmaya hazırlanıyor. Özellikle psikolojik derinlikleri ve varoluşsal sorgulamaları işleyen filmleriyle tanınan Kaufman’ın bu son eseri, sinemaseverlerde büyük bir heyecan uyandırdı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da sinema sanatının en yeni ve çarpıcı örneklerine ev sahipliği yapan festival, aynı zamanda yaklaşan ödül sezonunun ilk önemli işaretlerini vererek distribütörler için Oscar kampanyalarının temelini atma fırsatı sunan kritik bir platform haline geliyor. Charlie Kaufman'ın "How to Shoot a Ghost" filmi hakkında daha fazla bilgiye Nexus Haber'den ulaşabilirsiniz.

"How to Shoot a Ghost": Ölüm Sonrası Bir Varoluş Hikayesi

27 dakikalık sürükleyici bir yapım olan “How to Shoot a Ghost”, oyuncu kadrosunda Jessie Buckley ve Josef Akiki gibi yetenekli isimleri bir araya getiriyor. Filmin resmi özeti, izleyicileri oldukça ilginç bir senaryoya davet ediyor: Atina sokaklarında karşılaşan, hayata yeni veda etmiş iki genç karakterin hikayesi anlatılıyor. Biri çevirmen, diğeri fotoğrafçı olan bu iki “dışlanmış” ruh, ölüm sonrası dünyada arzularının ve hatalarının tortularıyla yüzleşiyor. Kentte birlikte dolaşırken, varoluşun zorlu güzelliğinde ve ardında bıraktıklarında bir teselli bulmaya çalışıyorlar. Kaufman, “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” ile 2004 yılında En İyi Özgün Senaryo Oscar'ını kazanmış, “Being John Malkovich” ve animasyon filmi “Anomalisa” gibi eserleriyle zihin açıcı, deneysel anlatısıyla sinema dünyasında kendine eşsiz bir yer edinmiştir. “How to Shoot a Ghost” da bu temaları ölüm sonrası bir perspektiften ele alarak Kaufman’ın alametifarikası olan felsefi derinliği ve sorgulayıcı yaklaşımı yansıtacağının sinyallerini veriyor.

“Hayatta dışlanmışlardı; ölümde ise uzun zamandır süregelen özlemlerinin ve hatalarının kalıntılarıyla mücadele ediyorlar. Şehirde birlikte dolaşıyor, varoluşun ve sonrasının zorlu güzelliğinde teselli buluyorlar.” — Filmin Resmi Özeti

Venedik Film Festivali, Kaufman’ın kariyerinde özel bir yere sahip. Yönetmen, yaptığı açıklamada, “'How to Shoot a Ghost' ile Venedik'e gidecek olmaktan dolayı çok memnunum. Kalbimde çok özel bir yeri olan harika bir festival. ‘Being John Malkovich’ 1999'da orada prömiyer yapmıştı ve Venedik senaristlik kariyerimi başlatmamda etkili olmuştu. Elbette 2015'te ‘Anomalisa’ ile de orada harika vakit geçirmiştik,” ifadelerini kullandı. Bu özel bağ, filmin festivaldeki atmosferini daha da anlamlı kılacağa benziyor.

Venedik Günleri'nin Kalbinden İki Çarpıcı Bakış: Geçmişin Yaraları, Bugünün Sessizliği

Festival, bu yıl iki önemli yapıma ev sahipliği yapıyor: Vladlena Sandu'nun kişisel ve derin bir hibrit belgeseli olan 'Memory' ve Nastia Korkia'nın hassas bir büyüme hikayesi anlatan 'Short Summer'. Her iki film de, farklı zaman dilimlerinde geçse de, Rus toplumunun savaşlara karşı geliştirdiği tepkisizliği ve devletin baskıcı mekanizmalarını mercek altına alıyor.

Vladlena Sandu'dan "Memory": Bir Travmanın Belgesel Mirası

Venedik Günleri'nin açılışını yapan 'Memory', yönetmen Vladlena Sandu'nun 1990'lardaki Çeçenistan Savaşı sırasında genç bir kızken yaşadığı travmayı işlemeye yönelik şiirsel ve kişisel bir çabası. Kırım, Ukrayna doğumlu olan Sandu, 1980'lerin sonunda çocukken Grozni'ye taşınmış ve birkaç yıl sonra Rus işgalinin ve hava bombardımanının Çeçen başkentini harabeye çevirmesine tanıklık etmiş. Bu süreçte 100 bine kadar sivil hayatını kaybederken, yarım milyon kişi de yerinden edilmişti.

Sandu'nun filmi, hem bu şiddetle hem de sonrasıyla yüzleşiyor; Kremlin'in ve birçok Rus'un reddettiği Çeçenistan'da işlenen zulümlerin belgesel bir kaydı olarak da işlev görüyor. Yönetmen, filmini çekmek için Rus ve Çeçen kültür bakanlıklarına sahte bir senaryo sunmak, hatta 'vatansever bir film' çekiyormuş gibi davranmak zorunda kalmış. Çekim izni alsa dahi, polislerden kaçınmak için gizlice çalışmış ve ekibinin çoğu, güvenlik endişesiyle senaryonun tamamına erişememiş.

Nastia Korkia'dan "Short Summer": Çocukluğun Sessiz Tanıklığı

Nastia Korkia'nın yönettiği 'Short Summer' ise, on yıl sonra, İkinci Çeçen Savaşı olarak bilinen dönemde geçen hassas bir büyüme hikayesi. Filmde, 8 yaşındaki bir çocuk yaz tatilini büyükanne ve büyükbabasıyla geçirirken, onların evliliğinin dağılmaya başlamasıyla çevresindeki dünyanın rahatsız edici karmaşıklıklarıyla yüzleşiyor.

Moskova'da büyüyen Korkia, savaşın ön saflarından uzakta geçen kendi çocukluğunu yansıtarak, filmdeki çatışmayı kamera dışında tutuyor. Yirmi yıl sonra o dönemi tekrar ziyaret ettiğinde, hem o zamanlar hem de bugün Ukrayna'da olduğu gibi bir 'özel operasyon' olarak adlandırılan şeye karşı vatandaşlarının sergilediği 'isteyerek körlüğü' fark ettiğini belirtiyor.

"Çoğu Rus için bu savaş – ki biz buna asla 'savaş' demedik – uzak bir yerdeydi. Ve insanlar ondan yüz çevirmeyi tercih etti. Bu terör yaşanırken biz normal hayatlar yaşadık." - Nastia Korkia

Dünden Bugüne Tekrarlanan Döngü: "İsteyerek Körlük" ve Baskı Mekanizmaları

Yaklaşımları radikal bir şekilde farklı olsa da, bu iki film, Rusya'yı Çeçenistan çatışmaları boyunca yönlendiren şiddet ve baskı mekanizmalarının bugün de nasıl yeniden üretildiğini vurguluyor. Kremlin, isyancı cumhuriyetteki acımasız harekatına karşı çıkan muhalefeti bastırmaya çalıştığı gibi, Ukrayna'daki 'çılgınlığını' da sağır edici bir sessizlikle örtbas etmeye çalışıyor.

"En önemlisi ayağa kalkmamak, protesto etmemek, çünkü yaparsanız devletin makinesi sizi yok eder. Şu anda Rusya'daki tüm siyasi aktivistlerin başına gelen de tam olarak bu." - Nastia Korkia

Korkia'nın da belirttiği gibi, 'savaşın yankısı sivil hayata sızar.' Filmler, toplumun kaçınılmaz olarak sonuçlarla yüzleştiğini gösteriyor. Savaşlardan yüz çevirmek, onların kaybolmasını sağlamıyor; aksine, bu tür bir ortamda daha da güçleniyorlar.

Neden Bu Filmler Önemli? Sanatın Direniş Gücü

Bu filmler, sadece geçmişin acılarını gün yüzüne çıkarmakla kalmıyor, aynı zamanda günümüz Rusya'sındaki ifade özgürlüğü ve devlet sansürü konularına da ışık tutuyor. Yönetmenlerin karşılaştığı zorluklar – sahte senaryolar, gizli çekimler, hatta tutuklanmalar ve sürgünler – sanatsal ifadenin baskıcı rejimler karşısındaki direnişini ve gerçeği anlatma arzusunu gözler önüne seriyor. Bu yapımlar, tarihin tekerrür etmemesi için hafızanın ve eleştirel düşüncenin ne denli vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor.

Sanatın Sürgünü ve Gerçeğin Peşindeki Yönetmenler

Rusya'da savaş çabalarını sorgulamak isteyen film yapımcıları için iklim düşmanca kalmaya devam ediyor. Korkia, Şubat 2022'deki Ukrayna'nın tam kapsamlı işgalinden sonra 'ülkesinde bir gelecek görmediğini' ve orada film yapma olasılığı olmadığını fark ettiğini belirtiyor. Şu anda Almanya ve Fransa arasında yaşıyor.

Benzer şekilde Sandu, Şubat 2022'de Moskova'daki Puşkin Meydanı'nda barış çağrısı yapan bir pankart tutarken tutuklanmış. Yetkililer Ukraynalı olduğunu keşfedince, geniş çaplı bir baskı durumunda kolay hedef olacağını anlamış ve iki hafta sonra ülkeyi terk etmeye karar vermiş.

Şu anda Amsterdam'da yaşayan Sandu, 'her iki vatanının – Kırım ve Çeçen Cumhuriyeti'nin – işgal altında kaldığını' uzaktan izliyor. Ancak bu durum, Çeçenistan Savaşı'nın kendi yaşadığı gibi anlatma kararlılığını daha da körüklemiş durumda.

"Sessiz kalma lüksüm yok. Doğrusunun nasıl olduğunu bilen tanıklardan biriyim." - Vladlena Sandu

Alan Ritchson'dan Venedik'e Diyalogsuz Bir İntikam Hikayesi: 'Motor City'

Hollywood'un yükselen aksiyon yıldızlarından Alan Ritchson, popüler dizisi 'Reacher' ile adından söz ettirmeye devam ederken, bu kez bambaşka bir projeyle sinema dünyasının radarına giriyor. 'Motor City' adını taşıyan yeni filmi, sinema dünyasının en prestijli etkinliklerinden biri olan Venedik Film Festivali'nde dünya prömiyerini yapacak olmasıyla değil, neredeyse tamamen diyalogsuz bir aksiyon-gerilim filmi olmasıyla dikkat çekiyor. Ritchson, bu cesur projesiyle hem oyunculuk sınırlarını zorluyor hem de yapımcı kimliğini öne çıkarıyor.

'Motor City': Sessizliğin Gücüyle Yükselen Bir İntikam Hikayesi

Potsy Ponciroli'nin yönetmen koltuğunda oturduğu 'Motor City', 1970'lerin Detroit'inde geçen kanlı ve acımasız bir intikam öyküsü sunuyor. Alan Ritchson, nişanlısını (Shailene Woodley) ve özgürlüğünü yozlaşmış bir polis (Pablo Schreiber) ve yerel bir uyuşturucu baronu (Ben Foster) tarafından tuzağa düşürüldükten sonra kaybeden, sıradan bir işçiyi canlandırıyor. Filmin benzersizliği ise ana karakterin bu intikam yolculuğunu neredeyse hiç diyalog kurmadan gerçekleştirmesi. Filmdeki toplam diyalog sayısının bir elin parmaklarını geçmediği belirtiliyor. Bu durum, filmin fiziksel performanslara, stilize görsellere, sürükleyici müziklere (Jack White'ın danışmanlığıyla) ve operatik dövüş sahnelerine odaklanmasını sağlıyor.

Alan Ritchson, 'Motor City' için 'Bunun gibisi yok. Süper eşsiz ve süper sanatsal bir film. Diyaloğa güvenmemek elbette büyük bir seçim ama ticari olmasını istiyorum, herkesin bundan keyif almasını ve sadece küçük bir niş kitleye hitap etmemesini istiyorum. Ve başardığımızı düşünüyorum' sözleriyle projeye olan inancını dile getiriyor.

Diyalogsuz Oyunculuğun Zorlukları ve Ritchson'ın Yöntemi

Bir oyuncu için diyalog, duyguyu aktarmanın en temel araçlarından biridir. Bu aracı tamamen bir kenara bırakmak, Ritchson gibi fiziksel performanslarıyla öne çıkan bir isim için bile büyük bir meydan okuma olmuş. Aktör, diyalogun bir 'destek' veya 'dayanak' olabileceğini, ancak onsuz da aynı manyetizmayı yaratmanın heyecan verici olduğunu belirtiyor.

Ritchson'ın bu durumla başa çıkma yöntemi oldukça ilginç: 'Nöronlarınızdan ve sinapslarınızdan ve vücudunuzdan geçen elektriği hissetmek.' Her sahnede içindeki bu 'ateşin' yanıp yanmadığını kontrol ettiğini, diyalogsuz bir ortamda içsel öfke, intikam arzusu, utanç ve suçluluk gibi yoğun duyguların dışa vurumu yerine, bu duyguları içinde tutma çabasının daha ilgi çekici olduğunu vurguluyor. Bu, oyuncunun yüz ifadeleri ve beden diliyle çok daha fazlasını anlatmak zorunda kaldığı bir süreç.

Değer Kat: Diyalogsuz Sinemanın Mirası ve Cesareti

Sinema tarihinde diyalogsuz filmler, sessiz sinema döneminden beri var olmuştur. Ancak modern dönemde de 'A Quiet Place' gibi sesin ya da diyaloğun kısıtlı kullanıldığı yapımlar büyük ilgi görüyor. 'Motor City' bu geleneği aksiyon türünde devam ettirerek, görsel hikaye anlatımının ve fiziksel performansın gücünü bir kez daha kanıtlama potansiyeli taşıyor. Bu tür filmler, seyirciyi daha aktif bir gözlemci olmaya teşvik ederken, evrensel duyguları dil bariyeri olmaksızın aktarma konusunda da eşsiz bir fırsat sunar. Ancak bu durum, yönetmen ve oyuncular için hikayeyi görsel olarak yeterince güçlü kılma yükümlülüğünü ve potansiyel gişe risklerini de beraberinde getirir. Eleştirel bakış açısıyla, tamamen diyalogsuz bir filmin ticari başarısı, türü ne olursa olsun her zaman bir meydan okuma olmuştur. Ritchson'ın bu cesur adımı, riskli ancak sanatsal değeri yüksek bir tercih olarak öne çıkıyor.

Reacher'dan Motor City'ye: Alan Ritchson'ın Aksiyon Felsefesi

Alan Ritchson, sadece bir oyuncu değil, aynı zamanda 'Motor City'nin yapımcılarından biri. Dövüş sahnelerinin tasarlanmasında aktif rol almış. Özellikle Pablo Schreiber ile olan asansör dövüş sahnesini 'Reacher'ın 3. sezon çekimleri sırasında dublörü Ryan Tarran ile birlikte yazdığını belirtiyor. Dövüş koreografisinde uyguladıkları 'yükseltme kuralı' dikkat çekici: bir yumruk kullanılmışsa, bir sonraki hamle dirsek, ardından kafa darbesi olmalı; bir bıçak darbesi sonrası ateşli silah kullanılmalı. Bu yaklaşım, dövüş yorgunluğunu aşmak ve sahneleri sürekli taze tutmak için kullanılıyor.

Ritchson, filmlerindeki dövüşlerin gerçekçiliğine özel bir önem veriyor. Kendi ifadesiyle, bazı oyuncu arkadaşlarının her yumruğa puan verip asla yenilmez olmaya çalıştığını ancak kendi kampında böyle bir durumun söz konusu olmadığını söylüyor. Karakterlerinin dövüşlerde hırpalanıp kan içinde kalmasının önemini vurguluyor. 'Motor City'deki 'hırpalanma' seviyesini 9/10 olarak derecelendirirken, Owen Wilson ile çekeceği bir sonraki filmi 'Runner'da bu seviyenin daha da yükseleceğini iddia ediyor. 'Reacher'ı fikirler için bir oyun alanı olarak gördüğünü ve aksiyonu herkesten daha iyi yapabildiğine inandığını dile getiriyor. Bu özgüven, Ritchson'ın aksiyon filmlerine getirdiği yeni ve sert bakış açısını gözler önüne seriyor.

Batman Dedikodularına Alan Ritchson'dan Açıklık: DC Evreni Kapıları Kapanmıyor mu?

Son zamanlarda internette dolaşan ve James Gunn'ın kendisinin hayranı olduğunu belirtmesiyle alevlenen Batman dedikodularına Alan Ritchson'dan beklenen yanıt geldi. Ritchson, James Gunn'ın kendisinin hayranı olmasının bir dedikodu olmadığını, bizzat kendisinin söylediğini teyit etti ve kendisinin de bir James Gunn hayranı olduğunu belirtti.

Ancak Batman rolüyle ilgili beklentileri düşüren bir açıklama yaptı: 'İnsanları yanıltmak istemem. Batman hakkında bazı konuşmalar oldu. Ama Batman'in geleceğimde olacağını kesinlikle düşünmüyorum.' Bu net ifadeye rağmen, DC Evreni ile ilgili umutları tamamen söndürmedi. 'DC ile geleceğimde bir şeylerin olduğuna inanıyorum ve bunun doğru kalmasını isterim' diyerek, hayranlarını farklı bir DC projesi için heyecanlandırmayı başardı.

Eleştirel Bakış: Batman Rolü ve DC Evreni'nin Yeni Yolu

James Gunn ve Peter Safran'ın liderliğindeki yeni DC Evreni (DCU), kapsamlı bir yeniden yapılanma sürecinden geçiyor. Bu süreçte ikonik karakterler için yeni oyuncu arayışları doğal olarak birçok spekülasyonu beraberinde getiriyor. Alan Ritchson'ın Batman için fiziksel uygunluğu ve 'Reacher'daki sert karakter portrayalı, hayranlar arasında bu dedikoduları güçlendirse de, yeni DCU'nun hangi yöne gideceği ve Batman'in nasıl bir portreyle ekrana yansıtılacağı henüz belirsizliğini koruyor. Ritchson'ın açıklaması, stüdyonun rol için farklı bir vizyonu olabileceğini veya aktörün kendi kariyer yolculuğunda başka DC karakterlerine yönelebileceğini düşündürüyor. Bu durum, hem stüdyonun stratejisinin ne kadar gizli yürütüldüğünü hem de bir karakterin sadece fiziksel özellikleriyle değil, aynı zamanda aktörün genel kariyer çizgisi ve 'tipi' ile de nasıl eşleştiğinin önemini gösterir. Batman gibi efsanevi bir karakterin oyuncu seçimi, her zaman büyük tartışmalara yol açmıştır ve Ritchson'ın net tavrı, spekülasyonları dizginlemeye yönelik profesyonel bir yaklaşım sunmaktadır.

Alan Ritchson'ın 'Motor City' ile diyalogsuz aksiyon sinemasına getirdiği yeni soluk ve DC Evreni ile ilgili potansiyel gelecek projeleri, kariyerindeki önemli dönüm noktalarını işaret ediyor. 'Motor City'nin Venedik ve Toronto'da nasıl karşılanacağı ve Ritchson'ın DCU'daki olası rolü, sinema ve çizgi roman dünyasının gündemini meşgul etmeye devam edecek gibi görünüyor. Alan Ritchson'ın 'Motor City' filmi ve Batman dedikoduları hakkında daha fazla bilgiye Nexus Haber'den ulaşabilirsiniz.

Venedik Film Festivali'nden Diğer Önemli Başlıklar ve Tartışmalar

Sektörün önde gelen yayınlarından Variety, Venedik Film Festivali'nin tüm nabzını tutan dijital günlükler yayınlayarak, 29 Ağustos – 2 Eylül tarihleri arasında Lido'daki tüm gelişmeleri, eleştirileri ve kırmızı halı şıklığını kapsamlı bir şekilde okuyucularına sundu. Bu girişim, küresel bir etkinliğin coşkusunu ve bilgisini coğrafi sınırlamalara takılmadan aktarmanın modern bir örneğini teşkil ediyor ve fiziksel olarak katılamayan sinema profesyonelleri ile tutkunları için önemli bir erişim kolaylığı sağlıyor. Variety'nin Venedik Film Festivali dijital daily erişim analizine Nexus Haber'den ulaşabilirsiniz.

Bu yıl Venedik Film Festivali, sadece politik ve sanatsal derinlikleriyle değil, aynı zamanda sinema dünyasının önde gelen isimlerinden merakla beklenen birçok dünya prömiyerine ve hararetli tartışmalara da ev sahipliği yaptı. Bu önemli yapımlar arasında, müzik dünyasının asi ruhu Marianne Faithfull'ın hayatına odaklanan, Iain Forsyth ve Jane Pollard yönetmenliğindeki 'Broken English' belgeseli de yer alıyor. Faithfull'ın son stüdyo performansı ve sanat, hayatta kalma ve miras üzerine samimi düşüncelerini aktaran bu belgesel, 30 Ağustos'ta festivalin Yarışma Dışı bölümünde dünya prömiyerini yaptı. İtalyan dağıtım şirketi I Wonder Pictures tarafından İtalya hakları alınan yapımda, Tilda Swinton ve George MacKay'in 'Unutulmayanlar Bakanlığı' araştırmacıları olarak Faithfull'ın hikayesini ele alması dikkat çekerken, filmin metaforik katmanlarını zenginleştiren bu detaylarla birlikte Nick Cave ve Courtney Love gibi ünlü isimler de belgesele katkı sundu. Marianne Faithfull'ın 'Broken English' belgeseli hakkında daha fazla bilgiyi Nexus Haber'de bulabilirsiniz.

Festival programında ayrıca Yorgos Lanthimos'un 'Bugonia'sı (Emma Stone, Jesse Plemons), Noah Baumbach'ın Hollywood'un iç yüzünü anlatan 'Jay Kelly'si (George Clooney), Guillermo del Toro'nun 'Frankenstein'ı, Luca Guadagnino'nun 'After the Hunt'ı ve Benny Safdie'nin 'The Smashing Machine'i gibi iddialı yapımlar ile festivalin resmi açılışını yapan İtalyan sinemasının usta ismi Paolo Sorrentino'nun 'La Grazia'sı dikkat çekti. Altın Aslan yarışmasında Oscar ödüllü Macar yönetmen László Nemes'in 'Orphan' filmi ve Berlin Altın Ayı ödüllü Ildikó Enyedi'nin 'Silent Friend' adlı yapımı öne çıktı. Festivalin açılış töreni de sinema dünyasının iki dev ismi, usta yönetmenler Francis Ford Coppola ve Werner Herzog'un unutulmaz anlarına sahne oldu; efsanevi Coppola, Alman Yeni Sineması'nın öncülerinden Herzog'a, kendisinin de bir zamanlar layık görüldüğü Yaşam Boyu Başarı İçin Altın Aslan ödülünü takdim etti. Bu yılki dikkat çeken gelişmelerden biri de Hollywood'un karizmatik yüzü George Clooney'nin, 'Jay Kelly' filminin basın toplantısına sinüs enfeksiyonu nedeniyle katılamamasıydı. Mona Fastvold, Kathryn Bigelow, Jim Jarmusch, Park Chan-wook gibi usta isimlerin yeni filmleri de izleyiciyle buluştu. Özellikle Gazze'deki trajik bir olayı konu alan ve Brad Pitt, Joaquin Phoenix gibi Hollywood yıldızlarının da yapımcılığını veya desteğini üstlendiği 'Hind Rajab'ın Sesi' gibi dikkat çekici dünya prömiyerleri de festivalin gündeminde önemli bir yer tuttu. Festivalin Gazze’deki duruma ilişkin artan siyasi baskılarla gündeme gelmesi ise, sanat ve siyasetin iç içe geçtiği bir dünyada festivallerin toplumsal meselelere ne kadar müdahil olması gerektiği konusunda tartışmaları da beraberinde getirdi.

Festivalde hararetli tartışmalara yol açan yapımlardan biri de Hollywood'un efsanevi isimlerinden Julia Roberts'ın, Luca Guadagnino yönetmenliğindeki yeni filmi “After the Hunt” ile katıldığı basın toplantısı oldu. Yüksek öğrenim dünyasında geçen bir gerilim olan film, Roberts'ın canlandırdığı saygın bir profesörün, mentisinin (Ayo Edebiri) arkadaşı ve meslektaşı (Andrew Garfield) hakkındaki "sınırı aştığı" suçlamasıyla yüzleşmesini konu alıyor. Filmin #MeToo hareketi ve iptal kültürü üzerine yaptığı çıkarımlar, toplantıda yoğun tartışmalara yol açtı. Roberts, "insanlık olarak konuşma sanatını kaybediyoruz" diyerek günümüz toplumunda diyalog kurma yeteneğinin azaldığına dikkat çekti. Bazı eleştirmenler filmin feminist hareketi baltaladığı yönünde eleştiriler dile getirse de, Roberts filmin bu zorlu konular etrafında samimi ve derinlemesine tartışmalar yaratmasını istediğini belirtti. Yarışma dışı özel bir gösterimle yer alan "After the Hunt", Guadagnino'nun Venedik'teki köklü geçmişine rağmen (daha önce Daniel Craig'in başrolünde olduğu “Queer”, “Bones and All” gibi filmlerle festivalde yer almıştı), Julia Roberts, Andrew Garfield ve Ayo Edebiri için bir Venedik prömiyeri olma özelliği taşıdı. Basın toplantılarında yaşanan ilginç anlardan biri de, Julia Roberts'ın 'After the Hunt' filminin gergin geçen basın toplantısında, diğer oyunculara önlerindeki su şişelerini aynı anda açmalarını rica ederek 'böylece çıkaracağımız gürültü, söyleyeceğimiz inanılmaz şeyleri bölmez' demesiydi. Andrew Garfield'ın gülerek araya girip 'Sette her gün böyleydi. Onun şişesi açılacaksa, herkesinki açılmak zorundaydı. Julia Roberts'ın mikrokozmosu işte bu' sözleriyle aktardığı bu olay, festival dinamiklerinde ünlülerin özel yaşamı ile profesyonel sorumlulukları arasındaki hassas dengeyi bir kez daha gözler önüne sererken, Venedik'in sadece filmlerle değil, aynı zamanda yıldızların insan halleriyle de gündem yarattığını gösteriyor. Bu tartışmalı yapım hakkında daha fazla bilgiye Nexus Haber'den ulaşabilirsiniz.

Bu filmler, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığını, aynı zamanda tarihin karanlık sayfalarını aydınlatan, toplumsal vicdanı sorgulayan ve unutturulmaya çalışılan gerçekleri yeniden canlandıran güçlü bir mecra olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Venedik Film Festivali, bu cesur yapımlara ev sahipliği yaparak, sanatın direnişini ve gerçeği söyleme gücünü onurlandırıyor. Özellikle Macaristan gibi ülkelerin, beş yıl önce başlatılan stratejik yeniden yapılanma ve ortak yapımlara verilen destekle (vergi teşvikleri, ulusal fonlama kuruluşlarından sağlanan 'yumuşak para' ve özel sermaye gibi finansman yapıları), çok uluslu ortak yapımlarla festivalde zirveye çıkışı, bağımsız sinemanın zorlu ekonomik koşullarında finansman yapılarının kritik rolünü bir kez daha vurguladı. Bu küresel dinamikler içinde, Amerika'daki yapım maliyetlerinin artışı ve uluslararası fonlara erişimin zorunluluğu düşünüldüğünde, Polonya'nın Wrocław kentinde düzenlenen American Film Festivali (AFF) bünyesindeki "US in Progress" programı da, ABD'li film yapımcılarına uluslararası iş birliği fırsatları sunarak, küresel sinema sahnesinde hayati bir köprü görevi görüyor. Telluride, Toronto ve New York gibi diğer sonbahar festivallerinin öncesinde gelmesiyle Venedik, distribütörler için Oscar kampanyalarının temelini atma fırsatı sunan kritik bir platform olma özelliğini pekiştirdi.

Kaynak: Bu haber Variety - Alan Ritchson on 'Motor City' and Batman Casting ve Variety.com'dan derlenerek hazırlanmıştır.