ABD'nin önde gelen komedi programlarından Jimmy Kimmel Live'ın uzun bir aradan sonra dönüşü, usta oyuncu Robert De Niro'nun sürpriz ve oldukça sivri dilli bir performansıyla damga vurdu. De Niro, programda kendisini Donald Trump tarafından atanmış yeni bir 'mafya lideri' tarzında FCC (Federal İletişim Komisyonu) başkanı olarak tanıtarak, ifade özgürlüğü ve medya sansürü üzerine çarpıcı bir hiciv sundu. Kimmel'ın bu dönüşü, sadece bir eğlence programının geri dönüşü olmanın ötesinde, Donald Trump yönetimi ve MAGA medyası tarafından yürütülen baskı kampanyaları sonrasında Disney tarafından süresiz olarak askıya alınması ve ardından ABD medyasında alevlenen ifade özgürlüğü tartışmaları sonrası gerçekleşmiş, Amerikan demokrasisi ve ifade özgürlüğü üzerine dönen hararetli tartışmaları yeniden alevlendirmişti. İçinde bulunduğumuz bu çalkantılı dönemde, Jimmy Kimmel mizahın ve eleştirel sesin önemini bir kez daha hatırlatarak beklenmedik bir rol üstlenmişti. Jimmy Kimmel'ın mizah ve demokrasi savunuculuğundaki rolü hakkında daha fazla bilgi edinin. Ancak bu dönüşe rağmen, ülkenin önde gelen medya gruplarından Sinclair Broadcast Group, programın kendi ABC istasyonlarında yayınına süresiz olarak ara verdiğini açıklamış ve medya gerilimini daha da artırmıştı. Sinclair'in Jimmy Kimmel Live yayınını durdurma kararı ve medya geriliminin tırmanışı hakkında daha fazla bilgi edinin.
Kimmel'ın Geri Dönüşü ve FCC Gerilimi
Jimmy Kimmel'ın programı, geçtiğimiz hafta FCC başkanı Brendan Carr'ın Disney ve ABC'yi hedef alan tehditleri ve bunun sonucunda Kimmel'ın yayından alınması gibi olayların ardından duygusal bir monologla başladı. Krizin temelinde, Kimmel'ın muhafazakar aktivist Charlie Kirk'ün hayatını kaybettiği cinayet vakasını ele alırken yaptığı, 'MAGA çetesi'nin katili kendilerinden olmayan biri gibi göstermeye çalıştığı' yönündeki yorumları yatıyordu. Oysaki yetkililer daha önce şüphelinin 'solcu ideolojiye' sahip olduğunu belirtmişti. Carr, bu süreçte yaptığı açıklamalarda, FCC'nin "çözümler" bulabileceğini belirterek, Kimmel'ı programdan çıkarmamaları halinde "işleri kolay ya da zor yoldan halledebileceklerini" ima etmiş ve bu tehditler, ifade özgürlüğüne yönelik bir saldırı olarak yorumlanmıştı. Hatta Carr, Kimmel'ın yorumlarını 'saldırgan' bularak ABC hakkında yeni bir soruşturma başlatma ve yayın lisanslarını iptal etme tehdidinde bulunarak gerilimi tırmandırmış, bu durum bazı Kongre Demokratları tarafından görevini kötüye kullanma olarak yorumlanarak istifa çağrılarına neden olmuştu. Kimmel, bu gerilimli ortamın gölgesinde izleyicilere seslenirken, De Niro'nun sahneye çıkışı beklenen FCC başkanı yerine geldi ve sahneyi bambaşka bir boyuta taşıdı. Kimmel'ın kendi sözleriyle:
"Bu şov önemli değil, önemli olan böyle bir şova sahip olmamıza izin veren bir ülkede yaşamamız."Bu cümle, bir talk şovun ötesinde, içinde bulunulan özgürlük ortamının kıymetini vurguluyordu. Programın geri döneceği haberi, meslektaşı Stephen Colbert tarafından büyük bir sevinçle karşılanırken, Colbert yayına saatler kala aldığı bu haberi izleyicileriyle paylaşarak "uzun ulusal gece kabusumuzun sona erdiğini" dile getirmişti. Jimmy Kimmel'ın dönüşü ve Stephen Colbert'ın ifade özgürlüğü kutlaması hakkında daha fazla bilgi için tıklayın.
De Niro'dan Sansür ve Tehdit Dolu Sözler
De Niro, karakteriyle Trump adına ifade özgürlüğünü kısıtlayan, tehditkar bir tavır sergiledi. Ünlü oyuncu, Whoopi Goldberg'i hedef alarak 'The View' programına yönelik yapılan tehditlere atıfta bulundu. Kimmel'ın, FCC'nin 'mafya taktikleri' kullandığını ve ifade özgürlüğünü bastırdığını söylemesi üzerine, De Niro'nun canlandırdığı karakter adeta öfke patlaması yaşadı:
'Ne halt dedin bana? Ben lanet olası FCC'yim. Ben istediğim lanet olası her şeyi söyleyebilirim. Bak, sadece ben varım, Jimmy, FCC başkanı, nazikçe ağzını kapatmanı öneriyorum.'
Bu sözler, komedinin arkasındaki ciddi mesajı ortaya koyuyordu: Siyasi gücün medya üzerindeki potansiyel baskısı ve bunun ifade özgürlüğü üzerindeki etkisi. Nitekim eski Başkan Donald Trump da Truth Social platformu üzerinden Kimmel'ı 'sıfır yetenekli' olmakla, 'Colbert'tan bile kötü reytinglere sahip' olmakla eleştirmiş ve programının iptal edildiği (gerçekte askıya alındığı) iddiasıyla ABC'yi 'nihayet yapılması gerekeni yaptığı için' tebrik etmişti. Trump, sadece Kimmel'ı değil, NBC'nin diğer geç gece şovu sunucuları Jimmy Fallon ve Seth Meyers'ı da 'tamamen kaybedenler' olarak tanımlayarak, onların programlarının da iptal edilmesi çağrısında bulunmuştu. Bu dönemde Jimmy Kimmel'a destek, sektörden de güçlü bir şekilde geldi; Jon Stewart özel bir 'Trump uyumlu' Daily Show bölümüyle medyaya yönelik siyasi baskıyı hicvederken, Seth Meyers da ironik bir dille meslektaşına destek vererek ifade özgürlüğüne vurgu yapmıştı. Ayrıca, ABD'nin en büyük yerel televizyon yayıncısı gruplarından Nexstar ve Sinclair Broadcast Group liderliğindeki kanalın bağlı kuruluşları da programı yayından çekme kararı almış, ardından ABC de Disney'in (ABC'nin sahibi) Kimmel'ın şovunu 'süresiz olarak yayından kaldırdığını' açıklamıştı. Amerika Yazarlar Birliği Batı (WGA West) ve Sinema Oyuncuları Sendikası – Amerikan Televizyon ve Radyo Sanatçıları Federasyonu (SAG-AFTRA) da ABC'nin bu hamlesini 'misilleme' olarak değerlendirerek kınarken, sanatçıların sesinin kısılmasının demokratik değerlere aykırı olduğunu belirtmiş ve eski başkan Barack Obama bile bu durumu, Trump yönetiminin "beğenmediği muhabirleri ve yorumcuları kovmak" için medya şirketlerini sindirme çabası olarak değerlendirmişti. Louis Virtel gibi yazarlar, bir komedyenin görevinin Melania Trump hakkında şaka yapmakla sınırlı olduğunu düşünürken, bu durumun onları devlet düşmanı konumuna getirmesini "endişe verici" buluyor. Ancak eleştirel mizah, türün doğuşundan beri geç saat şovlarının vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Kimmel, bu geleneği sürdürerek, siyasi eleştirinin susmayacağının altını çizdi. Bu durum, Amerikan toplumunda siyasi hicvin sadece bir eğlence unsuru olmaktan çıkıp, demokratik tartışmanın bir parçası haline geldiğini gösteriyor.
'İfade Özgürlüğü Artık Ücretli'
De Niro, hicivini daha da ileri taşıyarak 'Konuşma artık bedava değil. Artık kelime başına ücret alıyoruz,' dedi. Kimmel'ın ne kadar ücret alındığını sorması üzerine, De Niro'nun karakteri, Başkan hakkında olumlu konuşmanın ücretsiz olduğunu, ancak Başkan'ı eleştiren şakaların ('Epstein'in jetinde iki koltuğa ihtiyacı olacak kadar şişman' gibi) maliyetli olacağını açıkladı. Bu bölüm, siyasi iktidarın eleştirel sesleri susturma çabalarına yönelik keskin bir yorumdu.
Nexus Gözünden: Mizahın Önemli Rolü
Robert De Niro'nun bu performansı, sadece bir komedi şovundan öte, medya özgürlüğü ve siyasi baskı konularında kamuoyunu düşündürmeyi amaçlayan güçlü bir hiciv örneğidir. Mizah, özellikle gergin siyasi iklimlerde, hassas konuları tartışmaya açmak ve toplumu bilgilendirmek için etkili bir araç olabilir. Bu tür skeçler, izleyicilere eğlence sunarken aynı zamanda mevcut sorunlar hakkında eleştirel bir bakış açısı geliştirmelerine olanak tanır. Bazıları bu tür hicivleri fazla taraf tutucu bulsa da, demokrasilerde karşıt görüşleri dile getirme ve iktidarı eleştirme hakkının bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Medya ve hükümet arasındaki gerilimlerin arttığı dönemlerde, sanatçıların bu konulara ışık tutması, toplumsal diyalogun canlı kalmasına yardımcı olabilir.
De Niro'nun Jimmy Kimmel Live'daki bu beklenmedik ve etkileyici performansı, hem komedi dünyasında hem de siyasi yorumculukta uzun süre konuşulacak gibi duruyor. Usta oyuncu, mizah yoluyla, ABD medyasında yaşanan gerilimin ve ifade özgürlüğü üzerindeki tartışmaların bir yansımasını gözler önüne serdi.
Bu olay, Johnny Carson'ın altın çağından bu yana kökten değişen geç gece şovlarının dinamiklerini ve günümüz komedyenlerinin siyasi tartışmalara ne kadar dahil olduğunu da bir kez daha gözler önüne serdi. Hatta Kimmel'ın askıya alınma kararına tepki olarak Burbank ve New York'taki Disney merkezleri ile Hollywood'daki Kimmel'ın stüdyosu önünde yüzlerce kişi protesto gösterileri düzenlemişti. Artık sadece reytingler için değil, aynı zamanda sosyal medyada viral olmak için daha keskin yorumlar yapan sunucular, ifade özgürlüğü ve medya sansürü arasındaki ince çizgide hareket etmek zorunda kalıyor. Bu tür krizler, gelecekte geç gece şovlarının daha az eleştirel veya politik içerikle yoluna devam edeceği yönünde endişeleri de beraberinde getiriyor ve medya kuruluşlarının, siyasi baskılar ile ticari kaygılar arasında giderek daha zorlu bir denge kurmasını gerektiriyor. Nitekim bu durum, sadece geç gece şovlarını değil, genel olarak gazeteciliği ve yorumculuğu da etkileyebilecek bir "sindirme etkisi" yaratma potansiyeli taşıyor. Disney ve ABC'nin 'gergin bir durumu daha fazla kızıştırmaktan kaçınmak' amacıyla JKL'in prodüksiyonunu askıya aldığı, bu kararın 'bazı yorumların zamansız ve dolayısıyla duyarsız olduğu hissedildiği için alındığı' yönündeki açıklamaları da bu gerilimin bir parçasıydı. Jon Stewart'ın özel Daily Show bölümünde ABD Anayasası'ndaki Birinci Değişiklik'i (ifade özgürlüğü) hicivli bir şekilde yeniden yorumlayarak, 'Yetenek Ölçer' adlı absürt bir araçla, sanatçıların 'TQ' (yetenek katsayısı) - Başkan'a 'nezaketle' ölçülen - belirli bir seviyenin altına düştüğünde FCC'yi bilgilendirmesi durumunda milyarlarca dolarlık ağ birleşmelerini tehdit etme veya doğrudan lisansları askıya alma yetkisinin tetikleneceğini eleştirmesi, bu endişelerin çarpıcı bir yansımasıydı. Özellikle Nexstar Media gibi ülkenin en büyük TV istasyonu sahiplerinin de Sinclair Broadcast Group ile birlikte programı kendi ABC bağlı istasyonlarında yayımlamayacağını açıklaması, medya devleri ile yerel yayıncılar arasındaki güç mücadelesini ve siyasi baskılar karşısında program içeriklerine müdahale potansiyelini gözler önüne serdi. Bu gelişmelerin ardından, bir yayın televizyonu yöneticisi durumu "17 Eylül'ü hatırlayın – Amerika'da Birinci Değişikliği kaybettiğimiz gün" sözleriyle değerlendirerek, olayın ifade özgürlüğü üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Özellikle FCC Başkanı Brendan Carr'ın, Kimmel'ın yorumlarını 'saldırgan' bularak ABC hakkında yeni bir soruşturma başlatma tehdidinde bulunması, Carr'ın FCC'nin düzenleyici yetkisini siyasi rakiplere karşı bir 'çekiç' olarak kullandığı eleştirilerine yol açmıştır. Gece yarısı televizyonunun geleceği de bu olayla belirsizliğe büründü; Stephen Colbert'ın programının gelecek baharda sona erecek olması düşünüldüğünde, Jimmy Fallon'ın 'The Tonight Show' ile bu kuşakta neredeyse tek başına kalabileceği ve daha az eleştirel içerikle devam edileceği endişeleri dile getiriliyor. Medya kuruluşları, ifade özgürlüğü ve yayıncılık ilkelerine sadık kalma ile siyasi baskılar ve ticari kaygılar arasında giderek daha zorlu bir denge kurmak zorunda kalabilirler. Geç gece şovlarının geleceği hakkında daha fazla bilgi edinmek için buradaki haberimize göz atabilirsiniz.
Kaynak: Variety