Bir zamanlar milyonları ekran başına kilitleyen ve obeziteyle mücadele eden insanlara umut aşıladığı iddia edilen 'The Biggest Loser' yarışması, yıllar sonra Netflix'in yeni belgeseli 'Fit for TV: The Reality of The Biggest Loser' ile yeniden gündemde. Ancak bu kez, ilham verici başarı hikayelerinin ardındaki karanlık ve rahatsız edici gerçeklerle... Üç bölümlük belgesel, reyting uğruna insan sağlığının nasıl hiçe sayıldığını, psikolojik baskıları ve hatta en yakın dost görünen iki ünlü eğitmenin arasındaki buz gibi sessizliği gözler önüne seriyor.
2004 yılında NBC'de yayın hayatına başlayan ve 18 sezon boyunca devam eden yarışma, obeziteyle mücadele eden yarışmacıların 250.000 dolarlık büyük ödül için verdikleri kiloları konu alıyordu. Jillian Michaels ve Bob Harper gibi sert mizaçlı ama karizmatik eğitmenler, bu dönüşümün yüzü olmuştu. Ancak yönetmen Skye Borgman'ın imzasını taşıyan yeni belgesel, madalyonun diğer yüzünü, yani kameralar kapandığında yaşananları eski yarışmacılar, yapımcılar ve sağlık uzmanlarıyla konuşarak aydınlatıyor.
Reyting Uğruna Göz Ardı Edilen Sağlık: 'İyi Televizyon İçin Bağırıyorduk'
Belgeselin en çarpıcı iddiaları, programın temel amacının sağlıktan çok 'eğlence' ve 'drama' yaratmak olduğu yönünde. Yarışmanın ünlü eğitmeni Bob Harper, yapımcıların yarışmacıların kameralar önünde kusmasını istediğini itiraf ediyor. Harper, Jillian Michaels ile birlikte yarışmacıların yüzüne karşı bağırmaları için teşvik edildiklerini belirterek, 'Bizi bir spor salonunda bağırıp çağırırken görmek, bu iyi televizyon demekti' diyor.
İddialar bununla da sınırlı değil. Belgesele göre, yarışmacılara sağlıksız kilo verme yöntemleri dayatılıyor, kafein hapları gibi tehlikeli takviyeler kullanmaları teşvik ediliyordu. Yarışmanın ortak yaratıcısı JD Roth'un şu sözleri ise programın felsefesini özetler nitelikte:
Kilolu ve mutlu insanlar aramıyorduk. Biz kilolu ve mutsuz insanlar arıyorduk.
Kameralar Kapanınca: Yıllar Süren Küslük ve İnsanların Bedeli
Belgesel, şovun yarattığı sansasyonun ötesinde, insan hikayelerine de odaklanıyor. En şok edici anlardan biri, programın iki ikonik eğitmeni Bob Harper ve Jillian Michaels arasındaki ilişkinin kopuşu. Harper, 2017 yılında geçirdiği ve neredeyse ölümcül olan kalp krizinin ardından, o dönemde en yakın arkadaşı olarak gördüğü Jillian Michaels'ın kendisini hiç aramadığını açıklıyor. Belgeselde bu konunun nedenine dair bir cevap alınamasa da, ekranda yansıtılan dostluğun aslında ne kadar kırılgan olduğu ortaya çıkıyor.
Eski yarışmacıların yaşadıkları da bir diğer önemli nokta. 8. sezonun galibi Danny Cahill, verdiği kiloların bir kısmını geri aldığı için belgesele katılmakta tereddüt ettiğini, çünkü daha fazla eleştiriyle yüzleşmek istemediğini belirtiyor. Ancak hikayesinin başkalarına bir şeyler anlatabileceğini düşünerek katılmaya karar veriyor. Bu durum, yarışmanın yarışmacılar üzerinde yarattığı uzun vadeli psikolojik baskıyı da gözler önüne seriyor.
Yarışmacıların maruz kaldığı bu baskı, aslında eğlence endüstrisinin farklı kollarında da görülen bir sorunun yansıması. Nitekim ünlü oyuncu Emma Stone da The Amazing Spider-Man 2 filminin basın turu sürecini 'psikopatçaydı' olarak tanımlamıştı. Stone, iki hafta içinde dokuz ülke gezdikleri bu maratonun kendisini 'yarı ölü' gibi hissettirdiğini belirterek, şöhretin ve büyük yapımların perde arkasındaki yıpratıcı yüzünü ortaya koymuştu. Bu durum, reyting veya gişe hasılatı ne olursa olsun, kameralar önündeki insanların ödediği bedelin benzerliğini gözler önüne seriyor.
Eleştirel Bakış: Peki 'The Biggest Loser' Tamamen Kötü müydü?
Belgesel, yarışmayı sert bir dille eleştirse de, 'şeytanın avukatlığını' yapmaktan da geri durmuyor. Yapımcılar, 2025'in gözüyle baktıklarında bazı sorunları kabul etseler de, ortaya çıkardıkları işten gurur duyduklarını ve bir 'hareket' başlattıklarını savunuyorlar. Yönetmen Skye Borgman ise daha derin bir soru soruyor: 'Böyle bir şov günümüz kültüründe kabul görür müydü?' Borgman, kolay cevabın 'hayır' olduğunu, ancak toplum olarak beden algısı konusunda sandığımız kadar ilerleyip ilerlemediğimizden emin olmadığını söylüyor. Bu, eleştirinin oklarını sadece bir TV şovuna değil, aynı zamanda toplumun zayıflık ve beden imajına olan takıntısına da çeviriyor.
Sessiz Kalan İsimler: Jillian Michaels Neden Konuşmadı?
Belgesel ekibinin röportaj teklifini reddeden önemli isimler de var. Bunların başında, hakkındaki iddiaların merkezinde yer alan Jillian Michaels geliyor. Michaels'ın neden sessiz kalmayı tercih ettiği bir muamma. Benzer şekilde, 15. sezonda 118 kilodan 47 kiloya düşerek büyük bir tartışma yaratan yarışmacı Rachel Frederickson da röportaj vermeyi kabul etmedi. Bu sessizlikler, hikayenin hala eksik parçaları olduğunu akıllara getiriyor.
Sonuç olarak, 'Fit for TV', sadece eski bir reality şovun perde arkasını aralamakla kalmıyor, aynı zamanda reality TV'nin 'vahşi batı' olarak adlandırılan ilk dönemlerinin etik sınırlarını, medyanın beden algısı üzerindeki etkisini ve reyting savaşlarının insan hayatına maliyetini sorgulatan güçlü bir yapım olarak öne çıkıyor. Bu durum, geçtiğimiz günlerde düzenlenen ve medyanın gerçeği nasıl anlattığını masaya yatıran Variety & Rolling Stone Hakikat Arayıcıları Zirvesi’nde de tartışılan, misyon odaklı habercilik ile kâr amacı güden ticari yapımlar arasındaki derin uçurumu gözler önüne seriyor. Nitekim bu yapım, izleyiciyi daha bilinçli bir medya tüketicisi olmaya davet eden ve medyayı anlamak için izlenmesi gereken belgeseller arasında şimdiden yerini alıyor; çünkü gücün, paranın ve reytingin gerçeği nasıl eğip bükebileceğini çarpıcı bir örnekle gözler önüne seriyor. Belgesel, şimdi Netflix'te izlenebilir.
Bu haberin oluşturulmasında Variety'de yayınlanan analizden faydalanılmıştır.