Netflix’in büyük ilgi gören antoloji serisi “Monster”, Jeffrey Dahmer ve Menendez Kardeşler’den sonra üçüncü sezonunda Amerikalı seri katil Ed Gein’in hikayesine odaklanıyor. Başrolde Charlie Hunnam’ın Ed Gein’i canlandırdığı bu sezon, sadece Gein’in cinayetlerini değil, aynı zamanda Hollywood’un bu korkunç olaylardan nasıl ilham aldığını ve toplumsal kötülüğün kökenlerini de irdeliyor. Netflix’in sekiz bölümlük mini dizisi Monster: The Ed Gein Story adını taşıyor. Wisconsinli seri katil Ed Gein'in, alkolik bir baba ve aşırı dindar, baskıcı bir anne olan Augusta’nın etkisi altında, dış dünyadan izole edilmiş bir çiftlikte büyümesi, onun psikolojisi üzerinde kalıcı hasarlar bıraktı. Senaryosunu tamamen Ian Brennan’ın yazdığı ve yapımcılığını Ryan Murphy’nin üstlendiği bu zorlu projenin yönetmenlerinden Max Winkler, Variety’ye verdiği röportajda projenin perde arkasını ve temel felsefesini detaylandırdı. Bu sapkınlığa ve cinayetlere yol açan gerçek hikayeye daha yakından bakmak için Netflix’in Monster dizisine konu olan Ed Gein’in tüyler ürpertici gerçek hikayesini inceleyebilirsiniz.
Ryan Murphy'nin Temel Sorusu: Gerçek Canavar Kim?
Serinin yaratıcı vizyonu, basit bir seri katil biyografisinin ötesine geçiyor. Yönetmen Winkler, yapımcı Ryan Murphy’nin daha en başta kendilerine yönelttiği kilit soruyu açıklıyor:
“Canavar kim? Amerika’nın sağlık sistemi mi? Annesi Augusta Gein mi? Yoksa Hollywood’un bu korkunç olayları popüler kültüre taşıyan ve sonsuza dek değiştiren yönetmenleri mi?”
Dizi, Gein’in annesi Augusta (Laurie Metcalf), hayal ürünü sevgili Adeline (Suzanna Son) ve Gein’in hayranlık duyduğu Nazi savaş suçlusu Ilse Koch gibi karakterlerle etkileşimlerini gösterirken, izleyiciyi kötülüğün tek bir kişiye indirgenemeyeceği fikriyle yüzleştiriyor. Gein’in cinayetlerindeki temel motivasyonunun, annesi öldükten sonra hissettiği yalnızlıkla başa çıkmak ve kadınların derilerinden bir kıyafet dikerek annesinin bedenine bürünmek olduğu biliniyor. Gerçek hayatta 'Buchenwald Kancığı' olarak bilinen Nazi savaş suçlusu Ilse Koch'u canlandıran Lüksemburglu aktris Vicky Krieps, rolü kabul etmeden önce büyük bir etik ikilem yaşadığını, zira büyükbabasının toplama kampı mağduru olduğunu açıklamıştı. Bu karmaşık yapı, sinematograf Michael Bauman ile birlikte çalışılarak, her hikaye akışının görsel dilinin korunmasını sağladı.
Krieps, bu zorlu rolü üstlenmesini, yapımcı Ryan Murphy’nin karakteri doğrudan tarihi bir figür olarak değil, Ed Gein’in fantezisi ve çizgi roman algısı üzerinden sunması sayesinde kabul etti. Bu durum, oyuncunun Ilse Koch'u 'gerçek hayattan daha büyük' bir fantezi figürü olarak ele almasına olanak tanıdı. Aktrisin bu etik sınırları nasıl aştığı ve rolüne nasıl yaklaştığı hakkında daha detaylı bilgi için Vicky Krieps'in Ed Gein ve Ilse Koch rolü hakkındaki etik ikilemi ve açıklamalarına göz atabilirsiniz.
Kült Sahnelere Eleştirel Yaklaşım: 'Psycho' Duş Sahnesi
Ed Gein’in hikayesi, Alfred Hitchcock’un “Psycho” (Sapık) ve “The Texas Chain Saw Massacre” gibi ikonik korku filmlerine, hatta “Kuzuların Sessizliği” (Silence of the Lambs) gibi korku klasikleri de dahil olmak üzere, slasher türünü başlatan filmlere doğrudan ilham verdi. Örneğin, Tobe Hooper'ın 1974 yapımı "The Texas Chain Saw Massacre" filmindeki Leatherface karakteri, Gein’in insan derisinden yaptığı maskelerden esinlenirken; “Kuzuların Sessizliği”ndeki Buffalo Bill karakteri de kadın derisi kullanma motivasyonu açısından Gein’in hikayesini yansıttı. Dizinin en dikkat çekici anlarından biri, “Psycho”nun meşhur duş sahnesinin yeniden çekimi oldu. Ancak Winkler, bu sahnenin Hollywood’un bir kopyası olmaktan ziyade, Hollywood’un şiddeti fetişleştirmesinin bir eleştirisi olduğunu belirtiyor.
Winkler, Janet Leigh'in öldürülüşünü izlemenin bir şey olduğunu, ancak bu şiddetin sinema ekranlarına taşınmasının ne kadar rahatsız edici ve şok edici olduğunu göstermek istediklerini belirtiyor. Bu yüzden dizideki duş sahnesi, Hitchcock'un orijinalinden 'önemli ölçüde daha acımasız ve kanlı' gösterildi. Bu, günümüz toplumunun şiddete ne kadar duyarsızlaştığına dair bir göndermeydi.
Charlie Hunnam'ın Dönüşümü ve Empati Meselesi
Charlie Hunnam, role hazırlanmak için büyük bir fiziksel ve duygusal dönüşüm yaşadı; çekimler sırasında yaklaşık 18 kilo verdi. Ed Gein, işlediği cinayetler (Bernice Worden ve Mary Hogan) ve yakınlardaki mezarlıklardan çıkardığı cesetler nedeniyle tutuklandıktan sonra şizofreni tanısı almış ve akli dengesinin yerinde olmaması nedeniyle 1968 yılında suçsuz bulunarak hayatının geri kalanını akıl hastanesinde geçirmiştir. Yönetmen Winkler, özellikle 7. Bölümdeki Ed Gein’in akıl sağlığı teşhisi aldığı sahnenin çekiminin ne kadar yoğun geçtiğini anlatıyor. Winkler, Hunnam’a olan güvenini vurgulayarak, oyuncunun o anki duygusal yoğunluğunun yakalandığını ve tekrara gerek kalmadığını belirtiyor.
Değer Katma: Kötülüğün Anatomisi
Winkler, projeden sonra empati kavramını daha farklı düşündüğünü ifade ediyor. Gein’in çocukluğunda yaşadığı istismar, kuşaklar arası travma ve teşhis konulamamış şizofreni gibi etkenler göz önüne alındığında, Gein için belirli bir düzeyde empati kurabildiğini belirtiyor. Ancak Ilse Koch ya da istismarcı anne Augusta Gein gibi karakterlere karşı empati kurmakta zorlandığını ekliyor. Bu, dizinin kötülüğü 'saf' ve 'koşullara bağlı' olarak ayırmaya çalıştığının bir göstergesi.
Öte yandan, Ilse Koch'u canlandıran Vicky Krieps, karakterin kötülüğe giden yolunun 'hastalıklı bir mükemmeliyetçilik'ten geçtiğini keşfettiğini belirterek, bunun Hannah Arendt'in “kötülüğün sıradanlığı” kavramıyla yakından ilişkili olduğunu, kötülüğün en insani biçiminin özel alanda ve sıradan bir mükemmeliyet takıntısı içinde yaşandığını ifade etti.
Final ve İzleyiciye Yöneltilen Soru
Serinin finali, Ed Gein’in annesi tarafından kabul edilme arayışıyla son bulurken, Gein’in dördüncü duvarı yıkarak izleyiciye seslendiği kritik bir an da bulunuyor. Ed Gein, Anthony Perkins’in yer aldığı sahneyi izlerken kameraya bakarak “Gözlerini kaçıramayan sensin” diyor. Bu an, Winkler’a göre izleyicinin kendi 'canavarlığını' sorgulamasını sağlıyor. Winkler, bu durumun, bu tür dehşet verici hikayelerin ticarileştirilmesi ve fetişleştirilmesi üzerine bir eleştiri olduğunu belirtiyor.
Final bölümü aynı zamanda, Roy Fosse’un 'All That Jazz' filminden esinlenerek çekilen müzikal bir sekansla Gein'in yarattığı etkiyi gösteriyor. Burada, Gein’in travmatik geçmişi olan bir katil olarak tasvir edilmesine karşılık, 'saf kötülük' olarak nitelendirilen Ted Bundy gibi karakterler araya sokularak, kötülüğün farklı boyutları arasındaki ayrım vurgulanıyor.
Kaynak: Serinin yapım süreçleri ve yönetmenin kişisel görüşleri hakkında detaylı bilgiye Variety'de yer alan orijinal röportaj üzerinden ulaşabilirsiniz.