Sinema dünyasının en prestijli festivallerinden biri olan Locarno Film Festivali, bu yıl yine sıra dışı bir yapıma Altın Leopar ödülünü takdim etti. Yönetmenler Trương Minh Quý ve Nicolas Graux imzalı "Hair, Paper, Water" (Saç, Kağıt, Su), sadece bir belgesel olmanın ötesine geçerek, kaybolmak üzere olan bir dilin, hafızanın ve sinemanın en temel unsurlarının izini süren şiirsel bir deneyim sunuyor. Film, izleyiciyi Vietnam'ın merkezindeki mağaralara, bir kadının çocukluğuna ve kelimelerin ötesindeki bir anlatıya davet ediyor.
Bir Mağarada Başlayan Eve Dönüş Hikayesi
Filmin merkezinde, doğduğu mağaraya geri dönen Cao Thị Hậu'nun yolculuğu yer alıyor. Ancak bu, bildiğimiz anlamda bir "eve dönüş" hikayesinden çok daha fazlası. Yönetmenler, Hậu'nun kelimelerini ve jestlerini bir ateşböceğinin peşinden giden bir çocuk gibi takip ederek, onun anılarını ve köklerini keşfe çıkıyor. Bu yolculuğun en önemli unsuru ise Hậu'nun konuştuğu ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan yerli Rục dili. Film, bu dilin sözlü geleneği ile Vietnamca kelimelerin ekranda beliren tipografik görselliği arasında bir gerilim kurarak, sözlülük ve yazılılık, maneviyat ve maddesellik arasındaki bağı sorguluyor.
Yönetmenler, filmin yapısını dalları ve kökleriyle beklenmedik yerlere uzanan bir ağaca benzetiyor. Ana karakter Cao Thị Hậu'nun anlatımı, filmin rehberi haline geliyor ve onun kendi kelimeleriyle kendini anlatmasına olanak tanıyor.
16mm Kameranın Büyüsü: Geçmişi Bugüne Taşıyan Estetik
"Saç, Kağıt, Su"yu teknik olarak öne çıkaran en belirgin özellik, çekimlerde 1960'lar ve 70'lerin ev filmlerini anımsatan 16mm'lik bir Bolex kamera kullanılması. Bu tercih, filme sadece nostaljik ve sıcak bir doku katmakla kalmıyor, aynı zamanda hafıza temasını da güçlendiriyor. Yönetmenlere göre bu eski kamera, sanki yıllar sonra bulunan bir aile film makarasını izliyormuş hissi yaratıyor; insanlar yaşlanmış, bazıları artık hayatta değil. Bu "uzak zaman" hissi, kameranın kendisinden, yani medyumun doğasından kaynaklanıyor ve izleyiciye dokunsal bir zaman algısı sunuyor.
Nexus Haber Perspektifi: Neden Önemli?
Locarno Film Festivali, özellikle bağımsız ve avangart sinemanın keşfedildiği bir platform olarak bilinir. "Geleceğin Yönetmenleri" (Filmmakers of the Present) kategorisinde verilen Altın Leopar, sinemada yeni ve cesur diller arayan yönetmenleri onurlandırır. "Saç, Kağıt, Su"nun bu ödülü kazanması, sinemanın sadece hikaye anlatmakla kalmayıp, aynı zamanda Rục gibi kültürel mirasları korumada ve onlara yeni bir yaşam alanı açmada ne kadar güçlü bir araç olabileceğinin altını çiziyor. Bu tür yapımlar, küreselleşmenin tek tipleştirici etkisine karşı sanatsal bir direniş noktası oluşturuyor.
Her ne kadar "Saç, Kağıt, Su" kendi kategorisinde zirveye çıksa da, festivalin ana yarışmasındaki en büyük ödül olan Altın Leopar (Pardo d'Oro), Japon yönetmen Sho Miyake'nin yönettiği “Two Seasons, Two Strangers” filmine gitti. Yarışmanın iddialı yapımlarından bir diğeri ise organ bağışı temasını Batı tıbbı ile Doğu felsefesi ekseninde ele alan, Vicky Krieps'in başrolünde olduğu Naomi Kawase imzalı 'Yakushima's Illusion' oldu. Jüri Özel Ödülü’nü “White Snail” alırken, En İyi Yönetmen ödülü de “Tales of the Wounded Land” ile Abbas Fahdel'e verildi. Locarno Film Festivali 2025 Altın Leopar kazananları, sinemanın küresel çeşitliliğini ve günümüz dünyasının sancılarını yansıtan cesur sesleri ödüllendirdiğini gösteriyor.
Bu ödül, festivalin son yıllarda benimsediği yeni vizyon açısından da ayrıca anlamlı. Hollywood yıldızlarını ve büyük bütçeli yapımları da ağırlayarak sanat ve ticaret arasında yeni bir denge kurmaya çalışan Locarno'nun, en büyük ödüllerinden birini "Saç, Kağıt, Su" gibi radikal ve deneysel bir esere vermesi, festivalin avangart sinemayı keşfetme misyonuna olan bağlılığını teyit ediyor.
Sözcüklerin Ötesinde Bir Dil: Ses Tasarımının Rolü
Filmde görsellik kadar ses de başrolde. Yönetmenler, karakterlerin konuşmalarındaki tereddütleri, nefes alışverişlerini ve söylemek isteyip de söyleyemedikleri anları kurguda bilerek korumuşlar. Bu ham ve işlenmemiş sesler, diyalogların arkasındaki ortam sesleriyle birleşerek, duyguların ortaya çıktığı bağlamı gözler önüne seriyor. Görüntüler bize parçalar halinde ulaşırken, ses tasarımı bu parçaları birbirine örerek ekran içi ve ekran dışı arasında bir süreklilik sağlıyor. Yönetmenlerin de belirttiği gibi, "duygu, film boyunca esas olarak ses sayesinde akıyor." Bu yaklaşım, filmi sadece izlenen değil, aynı zamanda derinden hissedilen bir deneyime dönüştürüyor.
Sanatsal Bir Tercih mi, Yoksa Seyirciyi Yabancılaştırma Riski mi?
"Saç, Kağıt, Su"nun şiirsel ve parçalı anlatımı, sinema eleştirmenlerinden övgü toplasa da, şeytanın avukatlığını yapmakta fayda var. Geleneksel belgesel yapısına alışkın izleyiciler için bu doğrusal olmayan, meditatif akış, filmi takip etmeyi zorlaştırabilir mi? Teknik kusurların ve "sinematik kazaların" kurguda bilinçli olarak kucaklanması, bazıları tarafından "cilalanmamış" veya amatör bir iş olarak algılanma riski taşıyor. Bu radikal sanatsal yaklaşım, filmin mesajını daha geniş kitlelere ulaştırmasının önünde bir engel teşkil edebilir. Ancak diğer yandan, filmin gücü de tam olarak bu uzlaşmaz tavrından ve izleyiciyi konfor alanının dışına çıkmaya zorlamasından geliyor olabilir.
Sonuç olarak, "Saç, Kağıt, Su", sinemanın en temel elementlerine geri dönerek; bir görüntü, bir kelime ve bir ses ile nasıl güçlü bir anlatı kurulabileceğini gösteren, cesur ve ilham verici bir çalışma. Locarno'da kazandığı Altın Leopar, sadece filmin başarısını değil, aynı zamanda sinemanın sınırlarını zorlayan böylesi arayışların ne kadar değerli olduğunu da tescilliyor.
Bu haberde yer alan bilgiler, Variety'de yayınlanan ilgili makaleden derlenerek Nexus Haber editörleri tarafından yeniden yorumlanmıştır.