Norveç sinemasının önde gelen isimlerinden Joachim Trier, son filmi “Sentimental Value” ile katıldığı San Sebastián Film Festivali'nde sadece eserini değil, aynı zamanda babalık deneyimlerini, setlerdeki dinamikleri ve Avrupa sinema finansman modelinin geleceğini masaya yatırdı. Yönetmenin Cannes ödüllü ve Oscar adayı filmi, kariyerine odaklanırken kızlarıyla sağlıklı bir ilişki kurmayı ihmal eden kurgusal yönetmen Gustav Borg'un hikayesini ele alıyor. Trier'in bu karaktere nasıl yaklaştığı, derin ve düşündürücü bir sohbetin kapılarını araladı.
Babalık Korkusu ve Sanatçı Kimliği
Joachim Trier, iki çocuğu olduktan sonra çektiği ilk filmin “Sentimental Value” olduğunu belirterek, “Bir baba olarak başarısız olmaktan çok korkuyordum ve bu filmi yapmak benim için çok sembolikti, çünkü Borg olmak istemiyorum” ifadelerini kullandı. Film çekimleri sırasında her gece evine, çocuklarının yanına dönebilmesinin kendisi için büyük bir başarı olduğunu vurgulayan Trier, sanat ve aile hayatı arasındaki dengeyi bulmanın önemine dikkat çekti. Yardımcı yönetmeni Lars Thomas'ın kendisini kızının anaokulu piyesini izlemesi için ofisten göndermesini bir dönüm noktası olarak anlatan Trier, o anları “Piyesi izledim ve kızım harikaydı diye ağladım. Biraz duygusal oluyorum ama bu şeyler önemli” sözleriyle özetledi.
“Benim için en büyük başarı, Borg olmak istemediğimi fark edip çocuklarımla vakit geçirebilmek oldu.” - Joachim Trier
Değer Katan Bakış Açısı: Çalışma Hayatında Dengenin Önemi
Trier'in bu açıklamaları, günümüz iş dünyasında, özellikle de yoğun ve yaratıcılık gerektiren sektörlerdeki iş-yaşam dengesi tartışmalarına önemli bir katkı sunuyor. Sanatçının kişisel yaşamındaki sorumlulukları, eserine ve yaratım sürecine de yansıyarak daha derin ve samimi anlatılara yol açabiliyor. Bu durum, sadece sinema sektörü için değil, tüm meslek grupları için aileye ayrılan zamanın ve kişisel mutluluğun profesyonel başarıya olan etkisini gösteriyor.
Feminizmin Set Kültürüne Olumlu Etkisi
Trier, çocuk sahibi olma arzusundan yola çıkarak Norveç'teki feminist gelişmelerin setlerdeki çalışma kültürünü nasıl değiştirdiğine değindi. Son 15-20 yılda kadın yönetmenlerin sayısının artmasının, erkek yönetmenler için de büyük faydalar sağladığını belirtti. “Macho enerjisinin azaldığı iyi bir set kültürü odağına sahip olduk. Artık sadece sert adamlar değil, bir sanatçı olarak kişisel sohbetler ve bir yönetmen olarak taleplerle çocuk sahibi olmayı dengeleme konusunda daha açık tartışmalar var” dedi. Yönetmen, sinema etrafındaki feminist söylemin erkeklerin film yapma biçimleri etrafında daha özgür ve açık sohbetler yapmalarına olanak tanıdığını ekledi.
Yönetmenlik Felsefesi: Güçten Çok Minnet
Yönetmenlik rolüne ilişkin Trier, işinin kamera başında oturup oyunculara “sevgi göstermek” olduğunu dile getirdi. “Kulağa klişe geliyor ama gerçekten öyle. Ve eğer beklenmedik olasılıklara açık olmazsam, hayatı olan bir şey yaratamayız” dedi. Yönetmenlik pozisyonunun sıkça bir ‘güç adamı’ olarak görüldüğünü, ancak bunun ‘maço saçmalığı’ olduğunu savundu. Trier, ekibe liderlik etmesi ve hızlı karar alması gerekse de, bunun aslında bir “minnet pozisyonu” olduğunu vurguladı. Set dışında para bulmak ve yaratıcılığı korumak için mücadele etmeleri gerektiğini, ancak set içinde oyunculara karşı alçakgönüllü olmaları gerektiğini belirtti.
Yaratıcı Özerklik ve Avrupa Finansman Modeli
Trier, set dışındaki yaratıcı kontrolünü de sıkı bir şekilde koruduğunu, final kurgu hakkından asla taviz vermediğini ifade etti. İlk filminden beri bu hakka sahip olduğunu belirten yönetmen, 2006'daki ilk filmi “Reprise”ın başarısının ardından ABD'de geçirdiği zamanları anlattı. 2008 krizi sonrası Amerikan endüstrisinin yaratıcı özerkliğe daha az açık olduğunu fark ederek Avrupa'ya döndü. Bu dönüşün sonucu, ilk filminin ardından çok uzun süre beklemenin “panik reaksiyonu” olarak nitelendirdiği “Oslo, August 31st” oldu. Trier, İngilizce çıkışlı filmi “Louder Than Bombs”da Jesse Eisenberg gibi büyük Amerikan yeteneklerinin yer almasına rağmen, filmin Avrupa finansman modeliyle yapıldığını özellikle vurguladı. “Sadece Avrupa finansman sisteminde çalışıyorum ve bundan süper mutluyum. Bana kendimi özgürce ifade etme platformu sağladı” dedi. Ancak bu özgürlüğün “sürekli politik tehdit altında” olduğunu da ekledi.
“Sağcı siyasi hareketler, Avrupa'daki çoğu ülkede sanat için 'yumuşak para' desteği fikrini her zaman azaltmaya çalışıyor. Sanat yoluyla ifade özgürlüğünü koruyan bir sisteme sahip olmamız önemli.” - Joachim Trier
Yönetmen, Avrupa finansman modelinin sadece yapım için değil, aynı zamanda dağıtım için de hayati önem taşıdığını belirtti. Kültürlerarası film dağıtımını teşvik eden teşviklerin farkında olmanın önemini vurguladı. Çocukken Pedro Almodóvar'ın filmlerini izlediğinde, onun kendi evrenine sahip olmasından hoşlandığını ve onun L.A.'e gidip bir soygun filmi çekmesini istemediğini ifade etti. Bu sözler, küresel sinema endüstrisinde yerel ve özgün seslerin korunmasının değerini gözler önüne seriyor.
Bu kapsamda, Madrid Film Okulu (ECAM) bünyesindeki kuluçka programından çıkan genç yeteneklerden Rai Marìa'nın "The Big Rip" (El gran desgarro) filmi gibi projeler, Avrupa finansman modelinin desteklediği özgün seslere somut bir örnek teşkil ediyor. Bu 'varoluşsal komedi', yazar Lorena'nın prestijli bir edebiyat ödülü için romanını tamamlama çabasını, kişisel kaos ve giderek dünya sona erdiğine ikna olan erkek kardeşinin paranoyasıyla birleştirerek ele alıyor. Yapımcı Cristina Hergueta'nın belirttiğine göre, bağımsız sinemanın finansman zorluklarını aşmak için proje bütçesinin %75'i kamu fonları ve vergi teşvikleriyle sınırlı tutulurken, özel yatırımcılarla anlaşmalar sağlanmış durumda. ECAM Endüstri Kuluçka Merkezi'nin de desteğiyle finansmanının %23'ü şimdiden güvence altına alınmış ve uluslararası ortaklar aktif olarak aranıyor. Bu durum, İspanyol sinemasının küresel pazardaki yerini güçlendirme arayışını ve Avrupa'daki bağımsız yapımların finansal yapılarını gözler önüne seriyor.
Nitekim, İspanya'nın bazı bölgelerinde, özellikle de Carla Simón gibi yönetmenlerin öncülüğünde yükselişe geçen Katalonya sineması da benzer zorlukların üstesinden gelerek uluslararası arenada kendine sağlam bir yer edinmiş durumda. Film okullarının sağladığı yaratıcı özgürlük, güçlü mentörlük, dinamik yapımcıların desteği ve artan kamusal finansman gibi faktörler, genç yeteneklerin özgün projelerini hayata geçirmelerine olanak tanıyor ve bu da uluslararası festivallerde önemli başarılara kapı aralıyor. Bu örnekler, Trier'in Avrupa finansman modeline yüklediği önemi ve yerel sinemaların global sahnede nasıl var olabildiğini somutlaştırıyor.
Bu başarıya paralel olarak, San Sebastián Film Festivali'nin bu yılki seçkisinde İspanyol filmleri arasında %75 gibi yüksek bir oranla öne çıkan Bask yapımları da dikkat çekiyor. Bir zamanlar "çevre" olarak görülen bölgesel endüstrilerin, artık İspanya'nın ulusal sinema peyzajını derinden etkilediği ve yerel hikayelerin küresel arenada yankı bulduğunun önemli bir göstergesi olduğu belirtiliyor. Örneğin, Xabi Berzosa gibi vizyoner yapımcıların desteklediği 'Maspalomas' gibi filmlerin tamamen Bask kaynaklarından finanse edilmesi veya Asier Altuna'nın 'Karmele' adlı destansı yapımının Bask TV, İspanyol kamu televizyonu, Bask Hükümeti ve vergi teşvikleriyle hayata geçirilmesi, Joachim Trier'in vurguladığı Avrupa finansman modelinin işleyişini somutlaştırıyor. Bu durum, Bask sinemasının yükselişini ve bölgesel kimliğin korunmasını finansal değil, kültürel kökenlerle tanımlayarak Avrupa sinemasının dinamik dönüşümüne katkı sağlıyor.
Bu yükselişte önemli bir payı olan inisiyatiflerden biri de, San Sebastián merkezli ve kadın odaklı bir mentorluk ve üretim hızlandırma programı olan Noka Ekoizpena'dır. Bask ve Navarre bölgesindeki kadın sinemacıların geç aşama uzun metrajlı filmlerini üretime taşımasında kritik bir rol oynayan Noka Ekoizpena, Bask Hükümeti (Zineuskadi) tarafından finanse edilmekte ve Creative Europe Media tarafından desteklenmektedir. Senaryo geliştirmeden finansmana kadar yapılandırılmış bir yol sunarak kadın liderliğindeki filmlerin hayata geçirilmesi için dikkate değer bir hızlandırıcı görevi görmektedir. Bu tür programlar, Joachim Trier'in vurguladığı gibi, set kültüründeki feminist gelişmelerin ve Avrupa finansman modelinin yaratıcı özerkliği koruma ve yerel sesleri güçlendirme potansiyelinin somut birer kanıtıdır. Noka Ekoizpena'nın sinema sektöründeki dönüştürücü rolü hakkında daha fazla bilgi edinmek için Bask kadın yönetmenlerin Avrupa sinemasındaki yükselişini inceleyebilirsiniz.
Değer Katan Bakış Açısı: Bağımsız Sinemanın Varoluş Mücadelesi
Joachim Trier'in Avrupa finansman modeline verdiği önem, bağımsız sinemanın küresel piyasadaki varoluş mücadelesinin bir yansımasıdır. Büyük stüdyoların ticari kaygılarıyla şekillenen bir dünyada, sanatsal ifade özgürlüğünü korumak, genellikle devlet destekleri veya bağımsız fonlar aracılığıyla mümkün olmaktadır. Trier'in sağcı politik hareketlerin bu desteği azaltma çabalarına yönelik uyarısı, kültürel çeşitliliğin ve sanatsal derinliğin korunmasının ne kadar kırılgan olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, Türkiye gibi ülkeler için de benzer destek mekanizmalarının güçlendirilmesi ve korunması, ulusal sinemaların dünya sahnesindeki yerini sağlamlaştırmak adına büyük önem taşımaktadır.
“Sentimental Value” filmi, Neon dağıtımıyla 7 Kasım'da sınırlı gösterime girecek. Yönetmen Joachim Trier'in bu samimi açıklamaları, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığını, aynı zamanda toplumsal değerleri, kişisel mücadeleleri ve kültürel kimlikleri yansıtan güçlü bir sanat formu olduğunu bir kez daha kanıtladı.
```