Paraguay sinemasının uluslararası alandaki en parlak yıldızlarından biri olan Ana Brun, 2018 yapımı “The Heiresses” filmindeki unutulmaz performansıyla Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı kazanan ilk Paraguaylı aktris olarak tarihe geçmişti. Usta oyuncu, şimdi de yine cesur ve dokunaklı bir hikaye ile beyaz perdeye dönmeye hazırlanıyor. Brun, kuşaklar arası bir LGBTQ+ aşkını merkezine alan ve şimdiden prestijli festivallerin radarına giren “I Thought I Was Swimming” (“Anoche creí que nadaba”) adlı drama filminde başrolü üstlenecek.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Catalina Torres Puentes'in üstlendiği film, izleyiciyi Uruguay'ın gözde tatil beldesi Punta del Este'nin bunaltıcı yaz atmosferine taşıyor. Film, iki farklı nesilden iki kadının paralel ilerleyen aşk hikayelerini hassas bir dille işlemeyi vaat ediyor.
İki Kuşak, Tek Bir Arzu: Filmin Kalbine Bir Bakış
Hikayenin merkezinde, 70'li yaşlarındaki Tere (Ana Brun) karakteri yer alıyor. Günlerini viskisini yudumlayarak ve güneş yanığı olan arkadaşı Elsa'ya bakarak geçiren Tere'nin sakin hayatı, 16 yaşındaki torunu Vera'nın ziyaretiyle hareketlenir. Vera, 21 yaşındaki bir casino çalışanı olan Elena ile kısa süreli ama tutkulu bir ilişkiye başlarken, kendi ilk queer arzusunun heyecanını ve belirsizliğini keşfeder.
Vera'nın bu yolculuğu, Tere'nin içinde uzun yıllardır gömülü olan ve arkadaşı Elsa'ya karşı beslediği duyguları yeniden yüzeye çıkarır. Film, bu iki paralel hikaye üzerinden, her yaşta sevmenin ve arzulamanın getirdiği sessiz cesareti, kimlik arayışını ve yaş almanın karmaşık dinamiklerini şefkatli bir dille ele alıyor.
“Catalina, Elsa karakterini beni düşünerek, ‘The Heiresses’ filmindeki performansımdan ilham alarak yazdığını söyledi. Bundan dolayı derin bir onur duyuyorum.”
- Ana Brun
Yönetmenin Vizyonu: “Unutulmuş Bedenleri Ekrana Taşımak”
Yönetmen Catalina Torres, filmin amacının sadece bir hikaye anlatmak olmadığını, aynı zamanda sinemada nadiren temsil edilen bir gerçekliğe ışık tutmak olduğunu belirtiyor. Torres, projesini şu sözlerle tanımlıyor: “Gerilim ve yumuşaklık arasında, sessizlik ve ağır kelimeler arasında gidip gelen bir film yapmak istiyorum. Ama her şeyden önce, bu hikayede var olan, yaşayan ve arzulayan, yaşlanan ve unutulmuş bedenleri ekrana taşıyan bir filme inanıyorum.”
Uluslararası Bir Güç Birliği
“I Thought I Was Swimming”, Latin Amerika ve Avrupa sinemasının güçlerini birleştirdiği önemli bir ortak yapım projesi. Filmin arkasındaki yaratıcı ve finansal ekip, projenin uluslararası potansiyelini gözler önüne seriyor.
- Uruguay: Monarca Films (Eugenia Olascuaga Fierro)
- Paraguay: Sabaté Films (Gabriela Sabaté)
- Fransa: House on Fire (Vincent Wang)
Henüz Çekilmeden Ödül Yolunda: Eleştirel Bir Bakış
Bir filmin kalitesi, henüz yapım aşamasındayken aldığı destekle de ölçülebilir. Proje, Sundance Senaryo Laboratuvarı, San Sebastián, Sanfic ve Ibermedia gibi dünyanın en prestijli film geliştirme platformlarından destek almayı başardı. Bu durum, senaryonun ve vizyonun ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtı. Zaten bu gibi prestijli platformlar, filmlerin uluslararası festival yolculukları için önemli bir basamak oluşturuyor. Sektörün, gelişme aşamasındaki projelere olan inancını gösteren bu tür destekler, dünyanın farklı yerlerinde de kendini gösteriyor; nitekim Norveç'teki Haugesund Film Festivali'nin İskandinav sinemasına yönelik başlattığı 24.500 dolarlık yeni post-prodüksiyon ödülü de bu çabanın somut bir örneği. Nitekim Oscar adayı “Honeyland”in yönetmeni Tamara Kotevska’nın yeni eseri “Silyan’ın Hikayesi”nin dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde, Kuzey Amerika prömiyerini ise Toronto’da yapacak olması, bu tür projelerin ulaşabileceği zirveyi gözler önüne seriyor.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. LGBTQ+ temalarını, özellikle de ileri yaştaki karakterler üzerinden işleyen bağımsız yapımlar, finansman bulma ve geniş kitlelere ulaşma konusunda hâlâ zorluklarla karşılaşabiliyor. Elbette sinema tarihinde bu tür risklerin ne kadar büyük başarılara dönüşebileceğini gösteren örnekler de mevcut; nitekim zamanında General Zod gibi sert karakterlerle tanınan Terence Stamp’in 1994 yapımı Priscilla, Çöller Kraliçesi’ndeki (The Adventures of Priscilla, Queen of the Desert) cüretkar performansı, hem ön yargıları kırmış hem de filmi bir kült klasiğe dönüştürmüştü. “The Heiresses”in getirdiği büyük başarı ise, hem Ana Brun hem de yeni proje üzerinde bir beklenti baskısı yaratıyor. Yine de, filmin temsil edilmeyen seslere odaklanması ve uluslararası bir ekiple yola çıkması, bu zorlukları aşarak sinema dünyasında önemli bir etki yaratma potansiyeli taşıdığını gösteriyor.
Bu haberde yer alan bilgiler, Variety'de yayınlanan orijinal makaleden derlenmiştir.