Ortadoğu temalı, insancıl sinema eserleriyle tanınan İsrailli yönetmen Eran Riklis, sektördeki politik gerilimlerin gölgesinde yeni iddialı projesini duyurdu. Filmleri arasında “Limon Ağacı” ve “Suriye Gelini” gibi eserlerin bulunduğu Riklis, yaklaşık 4000 eğlence sektörü isminin İsrail film kurumlarını boykot etme kararı almasının yarattığı öfke ve hayal kırıklığını dile getirirken, sanatın siyasi sınırları aşabileceğine olan inancını koruyor.
Riklis'in son projesi, İsrail ticari kanalı Keshet 12 tarafından sipariş edilen altı bölümlük drama gerilimi “The Abduction of Yossele Schumacher” (Yossele Schumacher'in Kaçırılması), Avrupa'da ortak yapımcı bulmak amacıyla Tallinn’in TV Beats Eş Finansman Pazarı’na seçildi. Yönetmen, uluslararası camiadan gelen İsrail karşıtı duyguların, projeyi hayata geçirme hayalini baltalamamasını umuyor.
1960’ların Toplumu İkiye Bölen Gerçek Hikayesi: Yossele Schumacher Kimdir?
Yeni dizi, Riklis’in daha önce işlediği İran'daki baskıcı rejim direnişinin aksine, bu kez daha yakından tanıdığı dini aşırılıkçılığa odaklanıyor. Hikaye, 1960’ların başında İsrail’de yedi yaşındaki Yahudi bir çocuk olan Yossele Schumacher’in, ultra-Ortodoks büyükbabası tarafından kaçırılması olayına dayanıyor. Kaçırılma sebebi, büyükbabanın çocuğu ebeveynlerinin istediği gibi laik bir Yahudi olarak yetiştirilmesini engelleme arzusuydu.
Olay, zamanın İsrail Başbakanı David Ben Gurion'un sivil savaşa yol açmasından korktuğu ve bu nedenle bizzat gizli servis Mossad'dan duruma müdahale etmesini istediği 'cause célèbre' (kamuoyu davası) haline geldi. Neredeyse iki yıl süren yoğun uluslararası arama sonucunda çocuk ABD'de bulunmuş ve ailesine geri verilmişti.
Mossad ve Ortodoks Cemaatin Çatışması
Dizinin senaryo özeti, kaçırılma olayının “üç kadını çocuğun kaderi ve inancı üzerinde çatışmaya sürüklediğini ve İsrail Mossad’ı ile Ortodoks cemaatinin aşılmaz ağı arasında şiddetli bir anlaşmazlığa yol açtığını” belirtiyor. Dizinin ana hikayesi üç dramatik katman üzerine inşa edilmiş durumda:
- Duygusal Çekirdek: Üç kusurlu kadın karakter. Bunlar, kaçıran kişi olan (eski Fransız direniş savaşçısı) Madeleine Feraille, çocuğun annesi Ida Schumacher ve Mossad ajanı Judith Avrahami. Her üç kadının da farklı nedenlerle bir çocuk yasını tutuyor olması, dizinin duygusal derinliğini oluşturuyor.
- Gerilim Katmanı: Çocuğu bulmak için İsrail, İtalya, Almanya, Fransa, İngiltere ve ABD arasında gerçekleşen uluslararası Mossad operasyonu. Riklis, bu katmanın izleyiciyi 'Liam Neeson gerilimi' tadında koltuklarının ucunda tutacağını vaat ediyor.
- Socio-Politik Bağlam: Baskı, liberalizm, kader ve din çatışması, Hukukun Üstünlüğü (Rule of Law) ve Tanrı'nın Hükmü (Rule of God) gibi 60 yıl öncesi kadar güncel olan konular.
Fauda’nın Başarılı Yazarı Projede
Riklis, bu karmaşık ve gerilimli hikayeyi hayata geçirmek için *Fauda*, Apple TV+'ın casusluk gerilimi *Tahran* ve *The German* gibi uluslararası başarılar kazanmış deneyimli senarist Moshe Zonder ile işbirliği yaptı. Riklis, Zonder’ın drama ve gerilimi dengeleme becerisinin bu proje için mükemmel olduğunu vurguluyor.
Proje Bütçesi ve Yapım Takvimi
Eran Riklis Production ve İsrail’in köklü yapım şirketlerinden United King Films tarafından hayata geçirilen projenin bölüm başı tahmini bütçesi yaklaşık 1.5 milyon Avro (1.7 milyon Dolar) olarak belirlendi. Riklis, geleneksel finansman kaynakları (kamu fonları, yayıncılar ve dijital platformlar) arayışında olduğunu ve çekimlere Kasım 2026'da başlamayı hedeflediğini belirtti.
Sanat Politikayı Aşar mı? Riklis'in İyimserliği
İsrail film endüstrisi, güncel siyasi gelişmeler nedeniyle uluslararası boykot tehdidi altındayken, Riklis sanatın birleştirici gücüne sığınıyor. Yönetmen, 1973 Yom Kippur Savaşı'nda askerlik yaptığını ve yaşadığı korkunç deneyime rağmen birkaç yıl sonra (1979) Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın, sağ görüşlü İsrail Başbakanı Menahem Begin ile barış anlaşması (Camp David Anlaşmaları) imzalamasını hatırlatıyor.
Sinema ve dizilerin güncel siyasi ve tarihi konuları ele alırken sanatçıların karşılaştığı etik ikilemler, Eran Riklis'in yaşadığı boykot tehditlerine benzer zorlukları beraberinde getiriyor.
Bu tür projeler arasında, Ryan Murphy’nin hazırladığı ve modern Amerikan korku sinemasının doğuşuna ilham vermiş olan seri katil Ed Gein’in hayatını konu alan Netflix dizisi *Monster: The Ed Gein Story* dikkat çekiyor. Yapımcı Ryan Murphy’nin “Gerçek canavar kim?” sorusu etrafında şekillenen dizi, Gein'in travmatik geçmişi, annesinin baskısı ve bu korkunç olayları popüler kültüre taşıyan Hollywood yönetmenlerinin rolünü irdeliyor. 1950’lerde Wisconsin’de iki cinayet işleyen ve cesetlerden insan derisiyle eşyalar yapan Ed Gein’in tüyler ürpertici gerçek hikayesi hakkında daha detaylı bilgi edinmek için Netflix Monster: Ed Gein'in gerçek seri katil hikayesi içeriğimize göz atabilirsiniz.
Gein’in hikayesi, Alfred Hitchcock’un “Psycho”su ve "The Texas Chain Saw Massacre" gibi slasher türünü başlatan filmlere de ilham vermişti. *Monster: The Ed Gein Story* dizisinin yönetmenleri, özellikle "Psycho"nun ikonik duş sahnesini yeniden çekerken, Hollywood’un şiddeti fetişleştirmesini eleştirel bir yaklaşımla ele almayı amaçladı. Yönetmen Max Winkler, sahneyi orijinalinden 'önemli ölçüde daha acımasız ve kanlı' göstererek, günümüz toplumunun şiddete karşı duyarsızlaşmasına dikkat çekti. Bu sahnelerin perde arkası detayları ve yönetmen görüşleri hakkında daha fazla bilgiye Netflix Monster: Ed Gein'in hikayesi, Psycho sahneleri ve yönetmen görüşleri içeriğimizden ulaşabilirsiniz.
Örneğin, Lüksemburglu aktris Vicky Krieps, Netflix'in *Monster: The Ed Gein Story* dizisinde Nazi savaş suçlusu Ilse Koch'u canlandırma sürecinde ciddi kişisel ve etik bir ikilem yaşamıştı. Krieps'in, büyükbabasının toplama kampı mağduru olması nedeniyle bu rolü kabul etmekte başta tereddüt etmesi, sanatın tarihsel acılarla yüzleşirken ne kadar hassas bir denge gerektirdiğini gösteriyor. Bu konuda Krieps'in yaşadığı zorluklar ve rolü kabul etme sürecindeki etik kararlar hakkında daha fazla bilgiye Vicky Krieps, Ed Gein ve Nazi Rolü Etik İkilemi haberimizde ulaşabilirsiniz.
Riklis, bu olayları referans göstererek: “Değişim yaratmaya çalışan ve başarılı olan insanlar her zaman vardır; umudumuzu korumalıyız” mesajını veriyor. Bu bağlamda, Riklis, genç bir Filistinli çocuğun hayatını riske atarak Tel Aviv plajına gitmesini konu alan İsrail'in Oscar adayı “The Sea” filmini de desteklediğini ve Kültür Bakanı Miki Zohar'ın fon kesme tehdidine karşı çıktığını ifade etti. Riklis'e göre, sanatın kalpleri ve zihinleri açabilme yeteneği, mevcut siyasi ayrılıkların üstesinden gelebilir.
***
Kaynak: Variety