Hollywood'un en bilinen aksiyon yıldızlarından Dwayne "The Rock" Johnson'ın adı, son filmi 'The Smashing Machine' ile Oscar dedikodularında anılmaya başlandı. Venedik Uluslararası Film Festivali'ndeki duygusal prömiyerinin ardından 15 dakikalık ayakta alkışlarla gözyaşlarına boğulması, sadece dokunaklı bir an olmaktan öte, Johnson'ın kariyerinde yeni bir sayfa açtığının güçlü bir işaretiydi. Bu beklenmedik dönüşüm, sinema dünyasında büyük bir heyecan yaratıyor.
'The Smashing Machine': Johnson'ın Dramatik Yeteneğinin Testi
Benny Safdie'nin yönettiği A24 yapımı 'The Smashing Machine', eski amatör güreşçi ve MMA dövüşçüsü Mark Kerr'in hayatını konu alıyor. Film, Kerr'in fiziksel ve kişisel zorluklarla mücadelesini derinlemesine ele alırken, Johnson'ın kariyerinde uzun süredir aradığı dramatik rolü bulduğunu gösteriyor. Özellikle Venedik'te Safdie'nin yönetmenlik dalında Gümüş Aslan'ı kazanmasıyla, Johnson'ın savunmasız ve sorunlu bir sporcuyu canlandırdığı bu rolün yankıları daha da büyüdü. Toronto Film Festivali'ndeki gösterimler ise Oscar ihtimalini daha da güçlendirdi.
Toronto Film Festivali (TIFF), sadece ödül sezonunun önemli duraklarından biri olmakla kalmıyor, aynı zamanda farklı coğrafyalardan gelen ve derin insani hikayeler anlatan yapımlara da sahne oluyor. Bu küresel çeşitliliğe, Güney Afrikalı yönetmen Zamo Mkhwanazi'nin apartheid dönemini işleyen ilk uzun metraj filmi 'Laundry' ('Uhlanjululo') güçlü bir katkı sağladı. 1968 Güney Afrika'sında geçen bu kişisel hikaye, Mkhwanazi'nin büyükbabasının apartheid hükümeti yüzünden kaybettiği çamaşırhaneden esinleniyor ve 16 yaşındaki Khuthala'nın müzisyenlik hayalleri ile babasının aile mirasını koruma mücadelesi arasındaki çatışmayı gözler önüne seriyor. Mkhwanazi, filminde bireylerin hayallerinin adaletsizlik yüzünden nasıl belirsizleştiğini çarpıcı bir şekilde gösterirken, müzik ve yaratıcılığın bir şifa ve direniş aracı olarak gücünü de vurguluyor. Zamo Mkhwanazi'nin 'Laundry' filminin TIFF'teki yankıları, apartheid Güney Afrika'sındaki sanat ve şifa arayışları hakkında daha fazla bilgi için Nexus Haber'in detaylı incelemesine göz atın.
Bu yılki festivalde ayrıca, Malezyalı yönetmen Woo Ming Jin'in Malezya-Endonezya ortak yapımı filmi 'The Fox King', Toronto'nun Centerpiece ve Busan'ın Asya Sineması Penceresi bölümlerine seçilerek Güneydoğu Asya sinemasının yükselişini bir kez daha kanıtladı. 15 yaşındaki Ali ve yalnızca kendisinin iletişim kurabildiği ikiz kardeşi Amir'in hikayesini anlatan film, babalarının yeniden evlenmesiyle başladıkları tuzlu balık fabrikasındaki yaşamlarında zorbalıkla ve yeni İngilizce öğretmenleri Lara'nın gelişiyle mücadele ederken, yaşanan bir trajediyle Ali'yi kayıpla, sadakatle ve çocukluktan yetişkinliğe geçişle yüzleşmeye zorluyor. Woo Ming Jin'in bu dikkat çeken yapımı hakkında daha fazla bilgi için Nexus Haber'in özel içeriğine göz atabilirsiniz.
Yönetmen Seemab Gul'ün kendi yapımcılığını üstlendiği ilk uzun metrajlı filmi 'Hayalet Okul' (Ghost School) da öne çıktı. Kırsal Pakistan'da on yaşındaki Rabia'nın, köy okulunun gizemli kapanışını araştırmasını konu alan film, Pakistan'ın milyonlarca çocuğu eğitimden mahrum bırakan 'hayalet okullar' krizine, büyülü gerçekçilik öğeleriyle dokunarak sistemsel yolsuzluk ve ihmali cesurca ele alıyor. Gul'ün bu kişisel ve evrensel hikayesi, Pakistan'ın festivaldeki tek temsilcisi olarak Keşif (Discovery) bölümünde dünya prömiyerini gerçekleştirdi ve bağımsız sinemanın gücünü bir kez daha gösterdi. Pakistan'ın eğitim krizine odaklanan 'Hayalet Okul' filmi ve yönetmen Seemab Gul hakkında daha detaylı bilgi için Nexus Haber'in incelemesine göz atın.
TIFF'in Centerpiece programında Bob Odenkirk'ün başrolde olduğu Ben Wheatley imzalı 'Normal', Oscar adayı yönetmen Jan Komasa'nın İngilizce ilk filmi 'Good Boy' ve Asyalı sinema ikonlarından Shu Qi'nin yönetmenlik koltuğuna oturduğu ilk filmi "Girl" gibi yapımlar da yer aldı. Ayrıca Shih-Ching Tsou'nun "Left-Handed Girl", aile geçmişini araştıran "Palimpsest: The Story of a Name" ve Japon yönetmen Chie Hayakawa'nın "Renoir" filmleri de bu bölümde Kuzey Amerika prömiyerlerini yaptı. Festivalde Dominik Cumhuriyeti yapımı aile draması “Pérez Rodríguez”, Sir Ian McKellen'ın başrolünde olduğu Steven Soderbergh imzalı 'The Christophers' ve Kaouther Ben Hania imzalı 'The Voice of Hind Rajab' gibi filmler de öne çıkarak, festivalin dünya genelinden özgün seslere ve kültürel çeşitliliğe verdiği önemi bir kez daha vurguladı. Brad Pitt ve Joaquin Phoenix gibi ünlü isimlerin yapımcı kadrosunda yer aldığı "The Voice of Hind Rajab", Gazze'deki trajik bir hikayeyi ele alarak festivalin en çok etki yaratan yapımlarından biri oldu.
Dönüşümün Gücü: Hollywood, yıldızların dramatik rollere geçişine her zaman sıcak bakmıştır. Dwayne Johnson'ın, güreşçi geçmişinden gelerek bu denli derin bir karaktere bürünmesi, Akademi üyelerinin dikkatini çekmeye aday. Fiziksel ve psikolojik olarak zorlayıcı bu rol, Johnson'ın oyunculuk yeteneğinin sınırlarını zorladığını kanıtlıyor.
Mickey Rourke ve Brendan Fraser ile Paralellikler
Johnson'ın bu performansı, Darren Aronofsky'nin 'The Wrestler' (2008) filmindeki Oscar adayı Mickey Rourke'un performansıyla kaçınılmaz bir şekilde kıyaslanıyor. Her iki film de fiziksel çöküş ve kişisel şeytanlarla boğuşan dövüşçüleri merkeze alıyor. Ancak Johnson, Rourke'un boks geçmişinden yararlandığı gibi, çok daha ham ve psikolojik olarak karmaşık bir derinliğe iniyor. İki Oscar ödüllü makyaj sanatçısı Kazu Hiro ile çalışarak (daha önce 'Bombshell' ve 'Darkest Hour' ile ödül kazandı), Johnson, WWE yıldızı imajından tamamen sıyrılan, inanılmaz bir fiziksel dönüşüm geçiriyor. Bu durum, 'The Whale' filmindeki makyaj destekli performansıyla hem oyunculuk hem de teknik Oscar kazanan Brendan Fraser'ın hikayesine benzetiliyor. Fraser da tıpkı Johnson gibi, daha önce ödül adayı olarak görülmeyen bir aktördü.
Güçlü Destek Kadrosu ve A24'ün Rolü
Filmde Johnson'a Oscar adayı Emily Blunt eşlik ediyor. Blunt, Kerr'in bağımlılıkla mücadele eden ve partnerini desteklemeye çalışan kız arkadaşı Dawn Staples karakterini canlandırıyor. Blunt'ın varlığı filmi daha da güçlendiriyor ve Johnson'a ödül sezonu anlatılarını zenginleştiren formidable bir oyunculuk partneri sağlıyor. Johnson'ın Variety'ye Blunt hakkında söylediği "En büyük ilham kaynaklarımdan biri" sözleri, ikili arasındaki güçlü kimyayı ortaya koyuyor.
Hollywood'un Yeniden Keşif Geleneği
Hollywood, A-list yıldızlarının kendilerini ciddi dramatik aktörler olarak yeniden icat etme geleneğine sahiptir. Cher, Mo'Nique, Jonah Hill ve son olarak Adam Sandler gibi isimler, komedi veya müzik kariyerlerinin ötesine geçerek Oscar adaylıkları ve ödülleri kazanmışlardır. Johnson'ın WWE süperstarından potansiyel Akademi Ödülü adayı olma yolculuğu da bu zengin geleneğin bir sonraki evrimi olarak görülüyor.
A24'ün Kampanya Stratejisi ve Zorlukları
'Moonlight' ve 'Everything Everywhere All at Once' gibi sıra dışı filmleriyle tanınan A24'ün projede yer alması, 'The Smashing Machine'in Oscar potansiyelini artırıyor. Ancak stüdyonun önünde benzersiz bir zorluk var: 'The Smashing Machine' kampanyasını, Benny Safdie'nin kardeşi Josh Safdie'nin Timothée Chalamet'li filmi 'Marty Supreme' ile dengelemek zorunda kalacak. Kardeşlerin aynı kategoride aday gösterilmesi nadir bir durum olsa da, A24'ün her iki filmin potansiyelini de zedelemeden bir kampanya yürütmesi gerekecek.
Johnson Dışında Diğer Adaylık Potansiyelleri
'The Smashing Machine', sadece Johnson'ın performansıyla değil, diğer kategorilerde de adaylık potansiyeli taşıyor. Kazu Hiro'nun dönüştürücü makyajı, Akademi'nin fiziksel dönüşümlere olan son dönemdeki takdiri göz önüne alındığında güçlü bir adaylık adayı. Maceo Bishop'ın sinematografisi ve Nala Sinephro'nun orijinal müzikleri de teknik kategorilerde dikkat çekebilir. Benny Safdie'nin yönetmenlik, senaryo ve kurgu çalışmaları da göz ardı edilmemeli. Emily Blunt ise henüz belirgin bir favorinin olmadığı Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisinde güçlü bir aday olarak Johnson'ın potansiyel başarısını destekleyebilir. Filmdeki gerçek dövüşçüler Ryan Bader, Bas Rutten ve Oleksandr Usyk'in varlığı da filmin otantik tonuna katkıda bulunuyor.
Riskler ve Hollywood'un Değişen Yüzü
Spor dramaları, Akademi tarafından her zaman takdir görmeyebilir; örneğin Zac Efron'ın kariyerinin en iyi performansı olarak görülen 'The Iron Claw' filmi Akademi tarafından göz ardı edilmişti. Ancak 'The Smashing Machine'in olumlu karşılanması ve A24'ün akıllıca kampanya stratejileri, bu filmi farklı bir yörüngeye sokabilir. Johnson'ın adaylığı, Hollywood'un Oscar sohbetine kimlerin dahil edileceği tanımını genişletme isteğinin bir göstergesi. Tıpkı Akademi'nin streaming platformlarını ve uluslararası sinemayı kucaklaması gibi, Johnson'ın tanınması da bir zamanlar gişe filmleriyle sınırlı kalan performansçılara açık olduğunu gösterecektir.
Peki, Oscar jürisi "The Rock"ın ne pişirdiğini koklayacak mı? Cevapları, 'The Smashing Machine' 3 Ekim'de sinemalarda izleyiciyle buluştuğunda alacağız.
Kaynak: Variety – Dwayne Johnson: 'The Smashing Machine' ile Oscar Adaylığı Mı Geliyor?