Televizyon dünyasının kendine özgü ve cesur kalemlerinden biri olan Bryan Fuller, 'Hannibal' ve 'Pushing Daisies' gibi kült yapımlarla tanınıyor. Ancak Fuller, şimdi kariyerinde yepyeni bir sayfa açarak, ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi 'Dust Bunny' ile sinema dünyasına adım atıyor. Filmin dünya prömiyeri, bu yılki prestijli Toronto Uluslararası Film Festivali'nin (TIFF) Midnight Madness bölümünde gerçekleşecek olması, şimdiden büyük bir merak uyandırdı. Bu yılki Toronto Uluslararası Film Festivali (TIFF), Fuller'ın projesinin yanı sıra, hem ödül sezonunun ilk sinyallerini veren hem de bağımsız yapımlardan büyük bütçeli projelere kadar geniş bir yelpazede filmlerin dağıtım hakları için kıyasıya bir pazar yeri olarak öne çıkarken, birçok dikkat çeken yapıma da ev sahipliği yaptı. Bu önemli yapımlar arasında Oscar ödüllü usta yönetmen Guillermo del Toro'nun Mary Shelley'nin ikonik eseri 'Frankenstein'ın kendine özgü bir yorumu da yer aldı. Del Toro, filmi geleneksel bir canavar hikayesinden öte, "insan olmanın ne demek olduğuna dair bir hikaye" olarak tanımlıyor ve filmin Venedik ve Telluride'den sonra Toronto'da büyük ilgi görmesi bekleniyordu. Filmin kadrosunda Oscar Isaac Dr. Viktor Frankenstein'ı, Jacob Elordi ise Yaratık'ı canlandırıyor. Del Toro'ya göre, film "terk edilmekten doğan öfkenin, aynı zamanda merakın ve sevginin olasılığının" bir hikayesi; "İnsanlar canavarların korkutucu olduğunu düşünüyor. Ama onlar sadece kendilerini sevmeyen bir dünyada hayatta kalmaya çalışıyorlar." Bu kapsamda, Malezyalı yönetmen Woo Ming Jin'in son filmi 'The Fox King', Toronto Film Festivali ve Busan Uluslararası Film Festivali'ndeki prömiyer gösterimleri öncesinde ilk klibini yayınlayarak şimdiden sinemaseverlerin ve eleştirmenlerin dikkatini çekmeyi başardı. Özellikle Pakistan'ın eğitim krizini ve "hayalet okullar" sorununu 10 yaşındaki Rabia'nın gözünden ele alan Seemab Gul imzalı 'Hayalet Okul' (Ghost School) da festivalin Keşif (Discovery) bölümünde dünya prömiyerini gerçekleştiren ve ülkesini temsil eden tek bağımsız yapım olarak büyük ilgi gördü. Ayrıca, Güney Afrikalı yetenekli yönetmen Zamo Mkhwanazi'nin apartheid döneminin kişisel mirasını ele alan, 1968 Güney Afrika'sında geçen ve Mkhwanazi'nin büyükbabasının apartheid hükümeti yüzünden kaybettiği çamaşırhaneden esinlenen ilk uzun metrajlı filmi 'Laundry' ('Uhlanjululo') ve Dominik Cumhuriyeti yapımı aile draması 'Pérez Rodríguez' gibi filmler de festival sahnesinde yer alarak sinema dünyasının nabzını tuttu.
Festivalin öne çıkan diğer yapımları arasında "Better Call Saul" ve "Nobody" filmlerinden tanıdığımız Bob Odenkirk'ün başrolde olduğu, yönetmen Ben Wheatley'nin yeni filmi 'Normal'; Oscar adayı yönetmen Jan Komasa'nın İngilizce ilk filmi 'Good Boy'; Asyalı sinema ikonlarından Shu Qi'nin yönetmenlik koltuğuna oturduğu ilk filmi "Girl"; Shih-Ching Tsou'nun samimi aile draması "Left-Handed Girl" ve aile geçmişini araştıran belgesel "Palimpsest: The Story of a Name" gibi Tayvan sinemasından güçlü temsiliyetler de Centerpiece bölümünde dikkat çekti. Japon yönetmen Chie Hayakawa'nın "Renoir" filmi de bu bölümde Kuzey Amerika prömiyerini yaptı. Ayrıca, Sir Ian McKellen'ın başrolünde olduğu Steven Soderbergh imzalı 'The Christophers' ve Brad Pitt ile Joaquin Phoenix gibi ünlü isimlerin yapımcı kadrosunda yer almasıyla güçlenen, Gazze'deki trajik bir hikayeyi ele alan Kaouther Ben Hania imzalı 'The Voice of Hind Rajab' gibi filmler de Toronto'da önemli bir yer tuttu.
'Dust Bunny': Devasa Bir Canavar ve Bir Tetikçi
'Dust Bunny', genç oyuncu Sophie Sloan'ın canlandırdığı Aurora adlı küçük bir kızın hikayesini anlatıyor. Aurora, yatağının altında yaşayan devasa, sihirli ve kana susamış bir canavarla karşı karşıya kalır. Çaresiz kalan Aurora, bu sorunu çözmesi için 'Hannibal' dizisinden tanıdığımız usta aktör Mads Mikkelsen'in canlandırdığı bir tetikçiyi işe alır. Tabii tetikçi, küçük kızın anlattıklarına inanırsa...
Bir TV Dizisinden Film Olmaya Uzanan Yolculuk
Fuller'ın açıklamalarına göre, 'Dust Bunny' fikri aslında Steven Spielberg'ün 80'lerdeki antoloji dizisine dayanan 2020 Apple TV+ dizisi 'Amazing Stories' için olası bir bölüm olarak ortaya çıkmış. Fuller, filmi 'Poltergeist' ve özellikle 'Gremlins' gibi 80'lerin travmatik çocukluk filmlerine bir övgü olarak görüyor. Ancak Apple ile geliştirme aşamasında yaşanan aşırı notlandırma ve projelerin ilerlememesi, Fuller'ı bu fikrin bir uzun metraj filmine dönüşebileceğine ikna etmiş.
Bryan Fuller, bu projeyi 80'lerin ikonik filmleri 'Poltergeist' ve 'Gremlins'a bir saygı duruşu olarak nitelendiriyor. Başlangıçta bir TV dizisi bölümü olması planlansa da, yaratıcı özgürlük arayışı onu sinema perdesine taşımış.
Fuller'ın Yönetmenlik Koltuğuna Oturma Kararı
1997'de 'Star Trek: Deep Space Nine' ile senaristliğe başlayan ve o zamandan beri yoğun bir TV yazarı, yaratıcısı ve dizi sorumlusu olarak çalışan Fuller, aslında yönetmenliği pek düşünmemiş. Kendi ifadesiyle, 'çok fazla yeniden yazma işiyle meşgul' olduğu için yönetmenliğe zaman ayıramamış. Ancak daha önce bir stüdyo tarafından kendisine atanan bir yönetmenle yaşadığı 'felaket' niteliğindeki deneyim, Fuller'ı kendi filmlerini yönetme kararı almaya itmiş. Kendi projelerinin kontrolünü elinde tutma arzusu, bu deneyimin en önemli çıktısı olmuş.
Küçük Bir Yıldızla Ortak Keşif
Fuller, yönetmenlikteki en sevdiği kısmın genç yıldızı Sophie Sloan ile filmi birlikte hayata geçirmek olduğunu belirtiyor. Sloan'ın da kendisi gibi sinema deneyimi olmaması, ikilinin birlikte keşfetmesine, oynamasına ve karakterleri eğlenceli bir şekilde bulmasına olanak tanımış. Fuller, 10 yaşındaki bir başrolle çalışmanın, çocuklar için sağlıklı ve güvenli bir ortam yaratmanın ve pozitif bir deneyim sunmanın çok keyifli olduğunu vurguluyor.
Görsel Estetik ve 'Mango Tavuk' Yaklaşımı
TV projelerinde sıkça görülen görsel zenginliği ve renk aşkını 'Dust Bunny'e de taşıyan Fuller, görüntü yönetmeni Nicole Hirsch Whitaker ile filmdeki renkler hakkında benzersiz bir ortak dil geliştirdiklerini ifade ediyor. Fuller, önceki eserlerine atıfta bulunarak 'Pushing Daisies'i tatlı, 'Hannibal'ı ise renk paleti ve ışık stili açısından tuzlu olarak tanımlarken, 'Dust Bunny' için 'mango tavuk' benzetmesini kullanıyor. Bu, hem tatlı hem tuzlu, dinamik bir lezzet profiline sahip olması gerektiğini ifade eden ilginç bir yaklaşım.
SenNexus Editör Yorumu: Fuller'dan Beklentiler ve Riskler
Bryan Fuller'ın, 'Hannibal' gibi karanlık ve yetişkinlere yönelik korku dizileriyle tanınan bir ismin, 'aile dostu' bir korku filmiyle ilk yönetmenlik denemesine çıkması, sinema dünyasında hem heyecan hem de bazı soru işaretleri yaratıyor. Acaba Fuller, keskin ve bazen rahatsız edici estetiğini bu yeni, daha geniş kitleye hitap eden janra nasıl uyarlayacak? Ya da bu 'aile dostu' yaklaşım, Midnight Madness gibi genellikle daha cesur ve deneysel filmlere yer veren bir bölümde nasıl bir karşılık bulacak? Bu geçiş, Fuller'ın yaratıcılığının sınırlarını zorlayarak yeni bir başarı getirebileceği gibi, sadık hayran kitlesi için şaşırtıcı bir seçim de olabilir. Ancak 80'ler korku sinemasına yaptığı atıflar, bir nesli korku türüne bağlayan o samimi ve gerilimli havayı yakalayabileceğinin güçlü bir işareti olabilir.
Fuller, birkaç korkutucu sahneye rağmen, 'Dust Bunny'nin ailelerin birlikte izleyebileceği mükemmel bir 'geçiş korku' filmi olduğunu düşünüyor. Tıpkı 80'lerde 'Gremlins' gibi filmlerle birçok kuşağın bu türe bağlandığı gibi, 'Dust Bunny'nin de benzer bir etki yaratmasını umuyor.
Bu heyecan verici yapım hakkında daha fazla bilgi ve gelişmeleri takip etmek için bizi izlemeye devam edin.
Kaynak: Variety - Bryan Fuller'ın Yönetmenlik Debut'u: Dust Bunny